Prof. Dr. Ferhat Pirinççi, Türkiye’nin Libya’ya desteği olmasaydı Trablus’un bu kadar süre dayanmasının mümkün olmayacağını söyledi.
[reklamContent text=”Haberin Peşinde – Şanlıurfa Haber Sitesi
Uludağ Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ferhat Pirinççi, Türkiye’nin Libya’ya desteği olmasaydı Trablus’un bu kadar süre dayanmasının mümkün olmayacağını belirterek, “Libya’nın doğusundaki gayrimeşru güçlerin lideri darbeci Halife Hafter’in elindeki hava savunma sistemlerinin vurulması, uçak ve helikopterlerin düşürülmesi Türkiye’nin verdiği destekle sağlandı.” dedi.
Prof. Dr. Pirinççi, Libya’daki son durumu ve pandemi sonrası Libya’ya yönelik olası küresel planları AA muhabirine değerlendirdi.
Pirinççi, dünyanın en önemli gündem maddesi olan yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgının kürsel güçlerin kaçınılmaz olarak Libya’ya ilgisini azalttığını, ancak bunun, Libya’nın unutulduğu anlamına gelmediğini, tam aksine bunu bir fırsat olarak gören devletler bulunduğunu söyledi.
Libya’da Hafter’i destekleyen bazı dış aktörlerin Trablus’un düşmesine sebebiyet verecek şekilde yeni bir harekat başlatmak için hazırlık yaptıklarını aktaran Prof. Dr. Pirinççi, “Zaten Trablus’a doğru son dönemlerdeki toprak kazanımları biraz da buna yönelikti. Darbeci Hafter güçleri, son bir senedir Trablus’u düşürmek için uğraşıyor.” dedi.
Prof. Dr. Pirinççi, ocak ayında Almanya’nın başkenti Berlin’de yapılan ve “Berlin Süreci” adı verilen sürecin hemen öncesinde başlayan petrol satışının engellenmesi yönünde çabalar olduğunu hatırlatarak, şöyle konuştu:
“Petrol satışı engellenerek bu yolla Libya merkezi hükümetinin, yani Ulusal Mutabakat Hükümetinin (UMH) petrol gelirinin düşmesi isteniyordu. Dolayısıyla halka dağıtacağı o refah veya değer dağılımı ciddi sekteye uğratılmak isteniyordu. Buradan hareketle ben Libya konusunun çatışmaların aktörleri açısından koronanın gölgesinde kalmadığını söyleyebilirim. Son dönemde önce Hafter belli bazı bölgelerde toprak kazanımı elde etti. UMH’yi iyice sıkıştırmaya başlamıştı. Merkezi Trablus hükümeti, Türkiye ile vardığı anlaşma ve Ankara’nın sağladığı askeri destekle kendisini çabuk toparladı. Türkiye’nin silah ve eğitim danışmanlığı sonrası Hafter güçlerinin kayıpları da arttı.”
“Libya’da oyun değiştiren Türk SİHA’ları”
Prof. Dr. Pirinçi, Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti ve Başbakanı Fayiz es-Serrac yönetimi için Trablus’un artık kaybedilmemesi gereken son kale olduğunu, hükümetin şehri muhafaza ve müdafaa etmek için elinden geleni yapmaya çalıştığını kaydetti.
Trablus’tan Tunus’a kadar olan hattın UMH eline geçmesinin çok önemli bir kazanım olduğunu dile getiren Pirinççi, “Açık kaynaklara yansıdığı kadarıyla Türkiye’nin UMH’ye verdiği SİHA’ların bu başarıda büyük katkısı oldu. SİHA’ların uçtuğu bölgelerde Hafter’in bırakın hava gücünü kullanmayı, kara güçlerinin bile hareket etmelerinin mümkün olmadığı rapor ediliyor. Dolayısıyla Hafter güçlerinin Trablus’a yönelik son darbeyi indirmesinin önündeki en büyük engelin Türk SİHA’ları olduğu söylenebilir. Yani Türkiye’nin Libya’daki varlığı oyun değiştiren hamle oldu. Buradaki denklemde dengelerin değişmesi sonucu Tunus sınırına kadar olan 3 bin kilometrekarelik alanın UMH eline geçmesi hem Hafter’in ilerleyişinin durdurulduğu hem de geriletildiği anlamına geliyor.” değerlendirmesinde bulundu.
Libya sahasında denklemi değiştiren bazı değişkenlerin varlığına değinen Pirinççi, şunları söyledi:
“Örneğin Hafter’e destek veren güçlerin hava gücü ve hava savunma sistemi konusunda ne kadar ileri gidecekleri, Hafter’e ne kadar angaje olacakları süreci etkilemektedir. Meşru hükümetin yanında yer alan Türkiye, desteğini yapılan mutabakat çerçevesinde veriyor. Dolayısıyla Türkiye, elini en başından açık oynadı, sürece müdahil olacağını ve gerekirse bu angajmanı artıracağını söyledi. Diğer aktörler Hafter’e destek olacaklarını söylüyorlar, lojistik destek veriyorlar. Hava savunma sistemleri veya silah ve mühimmat veriyorlar ama bunu ötesinde sürece ne kadar müdahil olup olmayacaklarını şu ana kadar göstermediler, gösteremediler. Çünkü sürece müdahil olmanın bir bedeli var ve bu bedel bir anlamda Türkiye ile karşı karşıya gelmeyi de içeriyor.
Bu durumun göze alınmamasının bazı nedenleri var. Biri koronavirüs gündemi diğeri de petrol fiyatlarının düşmesi. Bir diğer nedeni de Hafter milislerine ne kadar güvenebilecekleri, buraya yapacakları yatırımın kendilerine ne kadar geri döneceği konusunda tereddütleri var.”
“Trablus’un düşmemesi baskıyı artırdı”
Pirinççi, UMH elindeki Trablus’un bütün desteğe rağmen bir yıldır düşmemesi Hafter ve milislerin üzerindeki baskıyı artırdığını ifade ederek, “Özellikle Hafter’e destek veren yerel güçler açısından Trablus’un düşmemesi demek aynı zamanda demoralizasyon demek, aynı zamanda Libya özelinde gördüğümüz taraf değiştirmelere yenilerinin eklenmesi demek.” diye konuştu.
Rusya’nın doğrudan doğruya Libya meselesine angajman sağlamadığını ama Moskova’nın özellikle Kuzey Afrika’da ve Afrika Boynuzunda, Doğu Afrika’da yoğun bir yatırımı olduğunu kaydeden Prof. Dr. Pirinççi, şöyle devam etti:
“Rusya’nın Afrika’daki yatırımlarının askeri angajman olarak tek görebildiğimiz yer Libya. Diğer ülkelerde silah satışları veyahut askeri eğitimler şeklinde rejimlerle yapmış olduğu iş birliğini Libya’da doğrudan doğruya milis desteği, yani Hafter’e destek vererek gerçekleştiriyor. Türkiye’nin bölgede olmasıyla özel silahlı grubu Wrangler’in profilini düşürse de bu Rusya’nın Libya’dan vazgeçeceği anlamına gelmiyor. Ama şunu da tespit etmek lazım, Rusya için Libya bir Suriye kadar hayati önemde görünmüyor.
Hafter destekçileri, Hafter için Türkiye ile karşı karşıya gelmenin fayda ve maliyeti konusunda bir ikilem yaşıyorlar. Şu ana kadar açıkçası maliyetli gördükleri için böyle bir doğrudan angajman içine girmediler. Ama bunun yerine Sudan’dan veya diğer taraflardan toplanan paralı askerleri Hafter’e destek için gönderiyorlar. Rusya’nın da Suriye’deki bazı rejim yanlısı milisleri Hafter’in yanına gönderdiği rapor ediliyor. Dolayısıyla aktörlerin en azından kısa vadede doğrudan doğruya sahaya gireceğini, böyle bir maliyete katlanmak istediklerini düşünmüyorum ve bu da şüphesiz Trablus hükümetinin ve Türkiye’nin lehine gelişiyor.”
Haberin Peşinde – Şanlıurfa Haber Sitesi
“Serrac cephesinde en etkili aktör Türkiye”
Prof. Dr. Pirinççi, Başbakan Serrac’ın “Yabancı askerlerin cenazelerini tabutlar içinde ülkelerine gönderin” talimatının uluslararası hukuk açısından sembolik ve son derece önemli olduğunu söyledi.
Başbakan Serrac’ın dünya kamuoyu önünde “Bakın bizim ülkemizde bize karşı savaşan yabancı paralı askerler var.” dediğini aktaran Pirinççi, “Bu açıklama Hafter’in meşruiyetinin sorgulanmasını da beraberinde getiren bir şey ve bunu klasik propaganda yöntemleri değil doğrudan doğruya milis cenazelerinin gönderilmesi üzerinden yapıyor. Serrac’ın yapmış olduğu bu açıklama akıllıca bir hamle oldu.” şeklinde konuştu.
“Türkiye’nin Libya’ya desteği olmasaydı şu ana kadar Trablus’un bu kadar dayanması söz konusu olmazdı.” diyen Pirinççi, “Biz daha çok Türkiye-Libya mutabakatının Doğu Akdeniz boyutuna bakıyoruz ama sonuçta Trablus hükümetinin şu ana kadar ayakta kalmasındaki en büyük destek Türkiye’den gelmiştir. Hafter’in elindeki hava savunma sistemlerinin vurulması, uçak ve helikopterlerin düşürülmesi hep Türkiye’nin sattığı silahlarla sağlandı.” ifadelerini kullandı.
Prof. Dr. Pirinççi, Libya’da bütün aktörlerin oyun planlarını değiştirdikleri bir değişken olarak Serrac cephesinde en etkili aktörün hatta belki tek aktörün Türkiye olduğunu belirterek sözlerini şöyle tamamladı:
“Diğer tarafta ise aktörler giderek kan kaybediyorlar ve bu durumu daha fazla angajman içine girmeyerek dengede tutmaya çalışıyorlar, yani bu kan kaybını kontrollü tutmaya çalışıyorlar. Genel resme baktığımda Türkiye’nin yaptığı angajmandan sonra Serrac hükümetinin elinin rahatladığını görüyorum. UMH’nin Trablus üzerindeki kontrolü devam ettiği sürece uluslararası alanda tanınmaya devam eden meşruiyet unsurlarını barındıran bir aktör olarak sürecin devam edeceği kanaatindeyim. Orta ve uzun vadede ise özellikle Hafter’e destek veren aktörlerin bu desteklerinde azalma olursa Hafter’in daha da geri itileceğini dolayısıyla kontrol altında bulundurduğu topraklardan yavaş yavaş geri çekileceğini ön görüyorum.”