Özbekistan’ın yeri, Türk dünyası dediğimiz o gönül coğrafyamızda çok başkadır! / Haberin Peşinde Urfa
Önce Vatan Gazetesinden Nevra F. Zehra Babürşah, Ahmet Yesevi Yolu Araştırmacısı ve tıp doktoru Fatma Sönmez ile, Özbekistan ekseninde; Türk kültürel kimliğe mensup devletleri konuştu.
Çeşitli coğrafyalara yayılan, farklı ekonomik ve sosyal yapılara sahip Türk toplumlarının; kültür-medeniyet etkileşim noktasında kültürel dokusunu belirleyen kültür envanterinin hazırlanması ve milli kültürü oluşturan ortak değerleri, ortak çıkarları olan ve bu değerleri korumak, geliştirmek, canlandırmak için hangi faaliyetler hangi atılımlar yapılıyor?
Türk Birliği mimarisini, Özbekistan ekseninde; Türk kültürel kimliğe mensup devletleri, tanıma ve tanıtma arzusuyla dolu ve bu doğrultuda çalışmalarını içtenlikle sürdüren Ahmet Yesevi Yolu Araştırmacısı ve tıp doktoru Fatma Sönmez ile sizler için konuştuk…
Türk Dünyası ve Ahmet Yesevi Yolu sevdanızı biliyor ve ilgili çalışmalarınızı takip ediyorum. Özbekistan, bu çalışmaların neresinde yer alıyor, bu ziyaret size neler hissettirdi, Özbekistan’ın Türk Dünyası içerisindeki anlamı nedir?
Çok teşekkür ederim Nevra Hanım. Özellikle Türk Dünyası çalışmaları ve sevda yolum Ahmet Yesevi Atamın kutlu yolu, Türkistan için gösterdiğiniz hassasiyet ve gönül samimiyetinize müteşekkirim. Zira bana çok yakın olan bu sevda yolu, çoğuna o kadar uzakken sizin gibi, başarılarıyla geleceğinin çok parlak olduğu şimdiden görülebilen, genç bir basın mensubunun bu ideal yoluna olan samimi yaklaşımı gerçekten takdire şayan. Var olun. Evet, Türk Dünyası diye adlandırdığımız dili, dini, tarihi, kökleri hatta Ataları ortak tarih yolculuğunda ayrı devletler olmuş, lakin taşıdığı ortak değerler ile bir millet ruhunda kalabilmeyi başarmış bir coğrafyamız var, o coğrafya ya bazen de gönül coğrafyamız diyebiliyoruz bu sebeple. Yaklaşık 28 yıldır çeşitli vesilelerle bir ayağım başta Kazakistan olmak üzere gönül coğrafyamızda. Buralarda hiçbir ülkeye gittiğinizde hissedemeyeceğiniz bir huzur var yani farklı bir ülkeye gitmişsiniz gibi değil de uzun zamandır gitmediğiniz, hatta ilk kez gidiyorsanız hiç görmediğiniz memleketinizi görüyorcasına farklı bir sevinç, huzur hissediyorsunuz… Ben, 1994 yılında bağımsızlığının henüz başındaki Türk Dünyası ülkelerinden Atayurdum Kazakistan’a gittim. Öğrencilik dönemimdeki bu seyahat ise Özbekistan üzerindendi. Özbekistan’ın başkenti Taşkent’e olan bu yolculuğum Kazakistan’a olsa da Özbekistan ile de bir gönül bağı oluşturdu bende… Özbekistan’ın yeri Türk Dünyası dediğimiz o büyük gönül coğrafyamızda çok başkadır, bağrında yatan tarih, maneviyat ve bilim öncüleriyle adeta saklı bir cazibe merkezi. Aynı zamanda ise özellikle gençlerin hatta çocukların görsel eğitim merkezi! İnsanın ruhunu dinlendiren, gönül dünyasını zenginleştiren, tarihi ve maneviyatı aynı anda sunan nadide eşsiz bir ülke Atalaryurdumuz Özbekistan. İşte bu sebepten ki, Atalaryurdumuz diyorum ben oraya. Siyasi ve stratejik konumuyla da yine Türk Dünyası’nın tam da olması gereken noktasında ve Cumhurbaşkanı Sn .Mirzoyev’in güzel atılımlarıyla bizleri heyecanlan ile Atalaryurdumuzu takibe sevk ettiren hareketlilikte. Kısacası Özbekistan Türk Dünyasının, gönül coğrafyamızın olmazsa olmazı tarihi, maneviüssü, keşfedilmemiş turizm merkezi bence.
Nerelere gittiniz, Özbekistan’a gitmek isteyenler öncelikle nereleri görmeli? Okuyucularımıza kısaca Özbekistan’ı anlatabilir misiniz?
Özbekistan Andican, Buhara, Fergana, Cizzak, Harezm, Namangan, Nevai, Kaşkaderya, Semerkant, Sirderya, Surhanderya, Taşkent olmak üzere 12 bölgeye ayrılmış büyük bir ülke. Başkenti Taşkent. Biz uluslararası Taşkent havaalanına indik, o kadar gelişmiş, modern donanıma sahip bir başkent havaalanı ki, bunun belki de en iyi gözlemleyicilerinden biri benim, çünkü ilk kez 1994 yılında geldiğim bu şehir, bu havaalanı ve bu ülke tarihi dokusuna zarar verilmeden! Adeta yeniden donatılmış… Başkent gerçek anlamda bir bilim ve kültür merkezi, Arkeolojik eserler bakımından da oldukça zengin. Bu anlamda sadece başkent değil tüm ülke 1991’den itibaren büyük bir değişime uğramış. Taşkent; parkları müzeleri, binaları ile hızla değişen ve gelişen büyük bir şehir halini almış. Sonra gelen diğer büyük şehirleri arasında Semerkant, Buhara, Nukus, Hiva ve Kokard gelmektedir. Anayasasına göre Özbekistan, çağdaş hukuk kuralları çerçevesinde demokratik bir devlet. Yönetim şekli başkanlık tipi cumhuriyet. Devletin başı devlet başkanıdır. Devletin bugünkü Cumhurbaşkanı Sn. Şevket MİRZİYOYEV ise Atalaryurdumuz Özbekistan’ı her geçen gün daha da nasıl gelişmiş bir ülke yaparım gayreti ile adından bir aile büyüğü misali bizlere söz ettirmektedir. Öyle ki, gayretlerinin neticesinde Özbekistan, 30 Nisan 2018’de Türk konseyine katılma niyetinde olduğunu açıkladı. 14 Eylül 2019’da Özbekistan da Türk Keneşi’ne üye olarak Türk Dünyası tarihine bu kararıyla adını bir kez daha altın harflerle yazdırmış büyük bir ülkedir. Özbekistan ziyaretimiz gazete ve tv temsilcilerinden oluşan kalabalık bir grupla en üst seviyede konuk edildiğimiz bir konforda geçti. 5 güne sığdırılabilen kadarıyla dolu dolu bir programa eşlik ettik. Sabahın erken saatlerinde kalkıp, gecenin ilerleyen saatlerine kadar adeta Atalaryurdumuz Özbekistan’ın her bir anını kaçırmaksızın doya doya yaşamaya çalıştık… Buhara’da iki gece kaldık; buram buram tarih ve maneviyat kokan insanı sanki alıp götüren bir şehir: Zerefşan Nehri havzasında büyük bir vahada yer alan Buhara şehri, köklü tarihinin yanı sıra sahip olduğu manevi atmosferle de her yıl dünyanın pek çok bölgesinden özellikle de Türk Dünyası bölgesinden sayısız ziyaretçiyi ağırlayan,yine ziyaretçilerin hep ayrılırken söyledikleri gibi gönüllerde iz bırakan bir şehir, öyle ki Buhara sokaklarında yürürken, geçmişin izlerini taşıyan bu şehirde adeta her köşe başında İslam tarihi ve kültürüne ait kıymetli bir esere rastlayarak yaşıyoruz, öyle ki şehirle adı bütünleşmiş tarihi& manevi kişiliklerin bile bir nefes kadar yakın olduğu hissi bu şehrin Manevi ikliminin ne derece güçlü olduğunu gösteriyor… Özbekistan’ın diğer bölgeleri, hatta birçok şehri gibi Buhara da bir dönemin Türk-İslam mimarisinin en güzel örneklerinin görülebileceği ihtişamlı camilere, yüksek minarelere, mavinin farklı tonlarının nakış nakış işlendiği imarethanelere ,daha çok çini işlemeciliğinin örneklerinin kullanıldığı kervansaraylara ve çinilerle kaplı medreselere sahip. Şehirde, asırlardır din adamlarını yetiştiren bazı medreseler çok çarpıcı, ziyaretlerimizde ise günümüzde de bu görevini icraya devam ettiğini görüyoruz… Hatta sevda yolum Ahmet Yesevi Atam’ında ömrünün büyük bir kısmını zamanın en büyük ilim merkezi olan Buhara Medresesinde geçirdiğini bilmek çok daha heyecan verici oldu. Yesevi Atam’la beraber burada zamanın bütün ilimlerinde tahsil gören Türk-İslam Dünyasının büyükleri 9 pir Ata diye adlandırılan alimlerimizi de ziyaret ediyoruz, her birinde ayrı bir huzur, sanki ayrı bir manevi haz var. Şah-ı Nakşibendi külliyesi, Abdulhaluk Gücdüvani dergah ve mescidi, Hoca Ali Ramiteni gibi başlıca 9 pir ziyareti ve sayısız Türk-İslam-Tasavvuf büyüğüne ev sahipliği yapmaktadır. Öyle ki Mekke, Medine, Kudüs’ten sonra Ahmet Yesevi Atamın şehri Türkistan ile beraber en kutsal yer olarak biliniyor. Bunların başında ise Şah-ı Nakşibend külliyesi geliyor, oraya gittiğimizde devasa avlusunda dahi adım atacak yer yoktu, o kadar kalabalıktı ki, her bir köşede dua edenler; çocuk, genç, ihtiyar, kadın, erkek çok büyük bir teveccühün olduğu ruhaniyetin capcanlı yaşandığı muhteşem huzurlu bir ziyaretgah… Yüzyıllar boyunca ticaret kervanlarının geçtiği önemli ticaret yollarına da ev sahipliği yapan Buhara, bu özelliğiyle belki de örneğine az rastlanır farklı dinlere mensup toplumların yollarının kesiştiği en kadim şehirlerinden de bir tanesi. Bunun sonucu olarak ta; çeşitli dönemlerde Zerdüştler, Budistler, Hristiyanlar, Yahudi ve Müslümana ev sahipliği yapan şehrin tarihi geçmişinin, 2 bin 500 yıl öncesine dayandığı fakat buradaki ilk insan yerleşimlerinin çok daha eskiye uzandığı yapılan araştırmalarla biliniyor. Kelime anlamı olarak “kale”, “tapınak”, ”ibadethane “ anlamına gelen “vihara” kelimesinden türediği rivayet edilen Buhara, tarihte çok sayıda Türk Devletinin siyasi ve kültür merkezlerinden biri olması sebebiyle de Türk Dünyası için çok önemli bir merkez. Buhara Şehri, Özbekistan topraklarında 1599’dan 1920’ye kadar hüküm süren en büyük 3 hanlıktan biri olan Buhara Hanlığına da başkentlik yaptı. 20’nci yüzyılın başlarına kadar bu Buhara hanlığının başkenti Buhara, 1920’deki Sovyet işgali sırasında büyük yıkım yaşayarak tahribata uğratıldı ve çok sayıda tarihi yapı bu yıkımda zarar gördü. Köklü tarihinin yanı sıra bir dönem özellikle ilim ve sanatın önemli merkezlerinden olan Buhara’nın yetiştirdiği pek çok alim, şair, bilim ve devlet adamı sadece bu merkezde yetişmekle kalmadı, arkasında çok sayıda kıymetli eser bıraktı. Buhara Şehri, modern tıbbın temel taşlarını koyan, tıp, fizik ve felsefe gibi alanlarda çok sayıda kitap yazan ve Batı’da “Avicenna” olarak tanınan İbn-i Sina’nın doğup büyüdüğü yer olması hasebiyle de dünyanın dört bir yanından gelen turistlerin, özellikle de Batılı turistlerin oldukça ilgisini çekiyor. Buhara, İbn-i Sina’nın yanı sıra en önemli İslam alimlerinden İmam Buhari’nin yetiştiği topraklara da ev sahipliği yapıyor. Mesleğimin büyüğü, hatta belki de piri İbn-i Sina’nın yetiştiği topraklarda olmak ta beni ayrı heyecanlandırdı, diyorum ya, Buhara’da atılan her bir adım sizi hem tarihin saklı kalmış sayfalarına hem de duygu yüklü gönül derinliklerine götürüyor… Dünyada “Kubbet-ül İslam (İslam’ın kubbeleri)” unvanına sahip 3 şehirden biridir Buhara derken eklemek lazım, bu manada da doğal olarak Türk-İslam medeniyetinde oldukça önemli bir yere sahip Buhara şehri. Türk-İslam dünyasında “Yedi Pir” diye bilinen ve babası aslen Malatyalı olan Hoca Abdülhalık Gucdevani, Hoca Muhammed Arif er- Rivegeri, Hoca Mahmud EncirFağnevi, Hoca Ali Rametani, Hoca Muhammed Baba Sammasi, Seyyid Emir Külal ve Bahauddin Nakşibend gibi birçok mutasavvıfı yetiştiren Buhara, bir dönem İslam medeniyetinin en önemli değil, tek merkezi haline gelmiş. Tabi ki pek çok özelliğini anlatabileceğimiz buhara şehri için özellikle şunu hemen belirtmeliyiz ki; sahip olduğu ilmi ve tarihi dokuyu bugüne kadar korumayı başarmış ender şehirlerdendir ayrıca ve Buhara’da görülmesi gereken onlarca görkemli yapıt mevcuttur. Ak Saray (Han Sarayı) bunlardan başlıcaları; kısaca han sarayından bahsetmek gerekirse; İnce işçiliğiyle ön plana çıkan, şehirdeki en eski mimari yapılar arasında yer alan “Ark (Kale)” ın etrafı devasa surlarla çevrili. Kalenin ana kapısından girdikten sonra eğimli yoldan yukarı çıkarken sağda ve solda mahkumların kaldığı demir parmaklıklı hücreler bulunuyor. Han sarayı olarak bilinen, devlet erkanı ve hizmetlilerin de beraberce yaşadığı kale içinde, emirin kullandığı yazlık odası, cami, devlet hazinesinin saklandığı bölme, harem ve zindan gibi bölümler de mevcut. Özellikle gezerken göreceğiniz Han’ın karşılama salonu bugün de ziyaretçilerin en çok fotoğraf çektirdikleri bölümlerden, Tarih boyunca hem emirin sarayı hem de karargah olarak kullanılan kale içinde ahşap kapılardaki muntazam işçilik ise görenleri hayrete düşürüyor… Kelan Minaresi var mesela; bu minare Buhara’nın en önemli sembollerinden, Kelan yani Büyük manasına gelen Minare, şehirdeki en yüksek yapı olarak yerli ve yabancı turistlerin cazibe merkezlerindenmiş, ayrıca da şehrin tanıtım sembollerindenmiş yapısı ve görüntüsüyle. Yaklaşık 47 metre yüksekliğinde olduğu anlatılan bu minare, bölüm bölüm her kuşağında farklı desenlerin işlendiği muhteşem bir yapı. Halk dilinde ise “Minare-i Kelan” olarak adlandırılıyor. Daha da ötesinde insanı hayrete düşüren bir tanımlama geliyor Orta Asya’nın en görkemli ve yüksek minaresi Minare-i Kelan ve bu yapının bazı kesimleri turkuaz çinilerle işlenmiş, minarenin gövdesinin orta kısmı ise kufi yazıyla süslenmiş.minareyle ilgili her detayda ayrı bir özellik ve insanı yeniden hayrete düşüren farklı bir güzellik ortaya çıkıyor ki onlardan biri de geçmişte şehre gelen kervanların yollarını kolay bulması için minarenin tepesinde geceleri ateş yakıldığı rivayeti… İnsan hakikaten Buhara’da kendini kaybedecek kadar tarihi, manevi güzellikler içerisinde yorulduğunu, acıktığını susadığını bile hissetmeden Açık Hava Müzesinin güzelliklerinde kayboluyor… Ve Buhara ziyaretine gelen herkesi öylesine cezbedip, benliğiyle sarıp sarmalıyor ki, şahsen ben, kimi zaman bir heyetle beraber gezdiğimi unutup, tarihin sayfaları içerisinde dolaşıyor hissine kapıldım diyebilirim. Yıllarca Yesevi Atamın kutlu Yolu’nda yaptığım araştırmalar; çalışma ve projelerle zaten kimliğimizin, bizi biz yapan en önemli değerlerin Atalarımızın, Maneviyat ve bilim yolunun önderlerinin büyük bir çoğunluğunun yetiştiği bu şehirdeki ilk ziyaretler bile insanı tarihi, manevi bir doyuma ulaştırmaya yetiyor. Şehrin merkezinde yer alan Leb-i Havuz kompleksi de Buhara’da görülmesi gereken en önemli yerlerin başında geliyor. Bu kompleksin içinde medrese cami de bulunurken, ortadaki havuzun kenarında ise Nasrettin Hoca’nın heykeli yer alıyor. Leb-i Havuz olarak bilinen yer yine diğer tarihi güzelliklerimizde olduğu gibi tarih boyunca kervanların en önemli uğrak yerlerinden olmuş ve Kompleks bünyesinde yer alan medreselerden Nadir Divan Bey Medresesi’nin giriş kapısında hayvan ve güneş figürlerinin yanı sıra Kur’an-ı Kerim’den ayetlere yer verildiği de görülüyor. Burayla ilgili anlatılan rivayetlere göre; Vezir Nadir Divan Bey; 1619-1620’de buraya bir kervansaray yaptırıyor. Daha sonra Nadir Divan Bey, kervansarayın yapımı tamamlanınca bu güzel eseri göstermek için Han’ı davet ediyor. Han’ın eseri görünce medreseye benzetmesi üzerine vezir, ustalara süslemelerin medrese süslemelerine benzetilmesi talimatı veriyor. Medresenin içindeki dükkanlarda ise günümüzde Özbekler, ata mirası demircilik zanaatını icra ediyor ve en güzel örneklerini sergiliyorlar. Öte yandan, kompleksin etrafında turistlerin ilgisini çekebilecek oldukça güzel restoranlar ve rengarenk yöresel hediyelik eşyaların satıldığı dükkanlar bulunuyor. Bir yandan geleneksel Özbek mutfağının lezzetlerinin tadına bakarken, bir yandan da Özbek şarkılarını dinleyebileceğiniz bu restoranlar hizmet veriyor. Leb-i Havuz’un çevresinde gezinirken ise dikkatimizi çekecek en önemli ayrıntı binaların iç ve dış cephesinde modernizmin etkisinden uzak, Orta Asya kültürüne ait kullanılan motifler de şehrin tarihi dokusunu korumasına katkı sağlamış. Ya bir sonraki durağımız; Türk- İslam medeniyetinin nadide temsilcisi insanı tefekküre, hayaller kurmaya, köklerinden güç almaya sevk eden Semerkant şehri… Semerkant, her bir anıtı, tarihi eserleri ve Manevi atmosferiyle Atalarımızın kültür, sanat ve bilime ne derece önem verdiklerinin canlı şahidi, Atalar mirası Güzel Diyar… Başlıca gezilecek yerleri; tabiî ki Registan Meydanı, eşine az rastlanır bir güzellikte. Dışardan ayrı güzel, içine girdiğinizde karşılıklı üç medrese karşılıklı ayrı güzel, ruhen olduğu gibi bedenen bile kayboluyorsunuz sanki o mimari şaheserin içinde… Semerkant’ta sonraki durak İmam Maturidi olmalıdır, Semerkant’ta doğmuş ve yine Semerkant’ta Hakka yürümüş, Hanefi mezhebinin itikat imamı olan İmam Maturidi efendimizin türbesi insanı hakikaten çok etkiliyor; yoğun ziyaretçi trafiği altındaki bir ziyaretgah gelenleri adeta Maturidi yolunun öğretilerinin derinliği ve asaletiyle karşılıyor… Şah-ı zinde, Bibi Hanım Cami, Danyal Peygamber Makamı gezilip Semerkant’ta ziyaret edilmezse olmaz, bir külliyeye gidilmeli; gelmiş geçmiş en önemli hadis alimlerinden biri olan İmam Buhari Hz.lerinin huzurunda huzur var dedirten makamı.
Dilerim bu ziyaretiniz, gelecekteki sosyal ve kültürel çalışmalarınızı gerçekleştirmenize vesile olur. Aslında bu soruyu biraz kendim için sormuş olacağım; Özbekistan’da şu an Babür Şah’ın hayatının film yapılması gündemde biliyorsunuz. Babür Şah ve Timur Han, bugün Özbekistan toplumsal hafızasında nasıl bir değere sahip?
Sizin gibi genç, idealist ve Türk Dünyası sevgisi taşıyan bir basın mensubunun, üstelik Babürşah, soy ismi ile en kısa zamanda Atalar yurdu Özbekista’a gitmesini ve konuştuğumuz tarihi, kültürel manevi güzellikleri yerinde görmenizi gönülden diliyorum. İnşallah, çok istiyorum… Babür Şah ve Emir Timur; 14 Şubat ve 18 Şubat doğumlu bu iki hükümdar, hem Ortadoğu ve Orta Asya’nın tarihini şekillendiren aynı zamanda bilenler bilir ki dünya kültür hayatına derinden etki ettiler. Özbekistan, bu iki büyük hükümdarı tanıyor ve saygıyla anlatıyor; hatta onların sadece kimliklerini değil, muhakkak kısada olsa hayat öyküleriyle de anlatarak sahipleniyorlar. Konuştuğumuz Özbek kardeşlerimizin dilinden kısaca bahsedersek; “Timur cihangirdi; İslam’ı yaymayı amaçlıyordu. Türk soyundandır, Cengiz Han soyunun devamı olduğunu ısrarla belirtmiş, bu yüzden de kendini emir, (gürgan) damat unvanlarıyla anmıştır. Timur, 35 yıllık hanlığı süresinde çok geniş fetihlerde bulundu. O, Türk tarihi için de farklı açılardan önemlidir. Örneğin askerî stratejisi dâhiyaneydi. İlmi araştırmaları da teşvik etmiştir. Torunlarından Uluğ Bey, Semerkand’da kurdurduğu rasathaneyle İslam dünyasındaki ilimlerin son temsilcisi haline gelmiştir. Timur’un asıl yönü Ortadoğu’yu ve Orta Asya’yı mimaride birleştirmesidir. 1483’ün 14 Şubat’ında ise Babür, Fergana’da doğdu. Maceralı ve mücadeleci hayatının en karanlık ve yenik safhasında Hindistan’a girmeyi akıl etti ve bu dâhiyane strateji ile 16’ncı asrın en büyük imparatorluklarından birini kurdu. Az şey değil, Hindistan’daki Babürlü hâkimiyeti hiç şüphesiz ki, çağdaş dünyayı şekillendiren bir gelişmedir. Bu büyük gelişmeyi sağlayan hükümdar Babür; Türkçe, Farsça ve Moğolca bilirdi. Etnik olarak Moğollarla bir irtibatı olmamasına rağmen, Cengiz Han soyundan gelme iddiacılığı bu imparatorluğun ‘Mughal’ diye anılmasına neden olmaktadır. Babür’ün tıpkı büyük atası Timur gibi Türk ve Fars kültürünü birleştiren bir faaliyetin başında olduğu açık.
Peki, Özbekistan’da sizi en çok etkileyen hikâye ne oldu? Biriktirdiğiniz anılardan birkaç tanesini paylaşabilir misiniz?
Özbekistan’da en çok etkileyen diye bir soru çok zor cevaplanır, zira Atalaryurdumuz Özbekistan’da geçirdiğim her an ayrı bir coşku,heyecan ve anıydı belleğimde ve gönlümün en mutena yerinde saklanacak… Bu sorunuza şöyle cevap vermek istiyorum; ben öğrenci iken ilk kez geldiğim bu coğrafyaya yine ilk uçak yolculuğumu 1994 yılında Taşkent’e yapmıştım. Özbekistan henüz çok yeni bağımsız bir ülke, biz bir grup genç idealist öğrenci ilk kez Atayurtlara geliyoruz, o zamanki Özbekistan ile şimdiki Özbekistan arasında o kadar büyük bir değişim ve gelişim farkı var ki… İnsanı şaşırtan, bir o kadar da sevindiren baş döndüren bir gelişim bu, hani Özbekistan ne kadar nasıl gelişmiş deseler herhalde benim kadar iyi bir gözlemci bulunamaz dedim kendi kendime bu beş günlük seyahat turu boyunca, mesela 1994 te geldiğimizde saatlerce otobüs yolculuğu yapmak durumunda kaldığımız Taşkent-Buhara arasında artık konforu ve güven veren donanımıyla konforlu hızlı trenlerle çok rahat yolculuk yaptık… Yada yine çok konforlu 5 yıldızlı otellerin olması dünyanın en gözde turizm merkezleri tanımıyla örtüşüyor… Aklıma gelen iki anıyı sizlerle paylaşayım hemen; Şah-ı Nakşibendi külliyesi ziyaretimizin hemen başında külliye girişinde Buhara Valisinin, bizi karşılaması, hatta külliye kültür merkezi toplantı salonuna götürüp orda konuşma yapması, Buhara ile ilgili tanıtıcı küçük hediyeler takdim etme inceliği gerçekten Özbek insanının nasıl güzel bir yürek samimiyetine sahip olduğunun da ayrı bir göstergesiydi… O kadar büyük bir samimiyetle bağrına bastı ki, heyetimizi, yaptığı konuşma sonrasında Özbekçe konuşup teşekkür etmek benim açımdan yıllarca yazıp çizdiğim konuştuğum dil olması bakımından çok sıra dışı olmasa da kendilerinin bu durum karşısındaki memnuniyeti yüzüne tebessüm olarak, diline de teşekkürler olarak yansıdı. Uluslararası Taşkent Havalimanı’na indiğimizde, Özbek kardeşlerimiz tarafından mis gibi kokan kucak dolusu kır çiçekleri ile karşılanıyorduk. Ayrıca çiçeklerin yanında Özbek halk çalgılarıyla bize mini bir konser veren müzik grubu karşılaması da vardı. Herhangi bir ülkeye değil, Atalarımızın kültür ve medeniyet mirası güzel topraklara ulaştığımızın ilk tecellisiydi bu. Konaklayacağımız otele ulaştığımızda, bizi hiç görevleri olmadığı hâlde, geleceğimi daha önceden haber alan çok değerli kardeşim Nizam Şahin Bey ve beraberindeki çalışma arkadaşları gelip karşılıyorlardı. Yıllara dayalı bir kardeşliğimiz olan Nizam Bey ile çok güzel anılarımız var. Kendisi millî, manevi değerlerin çok iyi bir temsilcisi. Vatansever kimliğinin yanında aynı zamanda basın-yayın alanındaki tecrübeleriyle şimdi Özbekistan TRT Temsilcisi olarak görev için Taşkent’te bulunuyor. Her ne kadar Atayurtta da olsa, vatandan uzakta onunla orada karşılaşmak beni hem duygulandırıyor hem de tarif edemediğim bir gurur yaşatıyordu. Beraberindeki arkadaşlarıyla da tanışıyorduk. Alparslan Akıncı Bey ile yıllar önce Türkistan’da, öğrencilik dönemimde görev yaptığı için zaten tanışık olduğumuz ortaya çıkıyor, ayaküstü bile olsa konu Türkistan olunca bir müddet ortak dostlarımızı ve Türkistan yıllarımızı konuşuyorduk. Kendisi, Türk dünyası ile ilgili daha önce yaptığı görevler ve kazandığı tecrübelerle Özbekistan Türkiye Büyükelçiliği Kültür Müşaviri olarak atanmış çok sevindim, özellikle Atayurtlarımdaki görevlerde liyakatli ve bizi en iyi temsil edecek kişiliklerin olması insana başka bir huzur ve gurur hissini yaşatıyor.onlar kadar Ziyaretimiz süresince bizi Türkiye’mizden adım adım takip ederek, adeta uzaktan da olsa destek eli olan Müsiad Özbekistan Temsilcisi Değerli kardeşim Alparslan Uçar’da bir genç iş insanı, daha da ötesinde Atayurdu bildiği Özbekistan’ı kendi doğduğu yetiştiği topraklar misali kıymetli bilerek, en iyi şekilde temsil etme, hatta bize yaptığı gibi ev sahipliği yapma gayretinde. O’nu yiğit duruşu, vatanperliği ile tanır-takdir ederken, Atayurdu sevdası, Temsilcisi olduğu Özbekistan için cansiperane fahri kültür elçiliği beni hem duygulandırıp hem de gururlandırdı… Özbekistan’da ticaret yapan, Ahmet Yesevi üniversitesinden mezun kardeş bildiğim iki dost gönülün orda gelip beni bulmaları ve bir gün boyunca refakat ederek, Türkistan yıllarımızı anılarımızı paylaşarak Taşkent gezisi, tıpkı Türkistan’da olduğu gibi Geleneksel Pazar alışverişi yapmamız Mehmet Göksu ve Cahit Akşen kardeşlerimle unutulmaz bir anı olarak kaldı.
Çeşitli coğrafyalara yayılan, farklı sosyal yapıya sahip Türk Toplumlarını birleştirici öğeler nelerdir? Bu doğrultuda, tarihsel veriler incelenmeli mi?
Türk Toplulukları yıllarca araştırma alanım olan Ahmet Yesevi Yolu ‘nda çok belirgin olduğu şekilde Türk Toplulukları uzun zamanlar boyunca göçebe halinde yaşadılar, merkezi otoriteden uzak göçebe halindeki Türk Topluluklarının en önemli birleştirici buluşturucu noktası Ahmet Yesevi öğretileri, hikmetleridir… Birbirinden uzakta yaşayan bu topluluklar bu sayede ortak bir kültür, inanç , örf adet etrafında birleşmişlerdir. Daha sonrasında ise ortak tarih, kültür hazineleri ile tarihsel geçişler incelenebilir, hatta geçmişimizi aydınlatabilir… İşte bu ve benzeri kültür, tarih ve maneviyat turları belki de uzun zamanlar yapılacak araştırmalar kadar kıymetli sonuçlar verebilir. Sonuç olarak diyorum ki; gelin tatil anlayışımızı değiştirelim, rotamız Güzel Atalar yurdumuz Özbekistan olsun, maneviyatımızın kalbi Buhara olsun, tarihin hücrelerimize kadar sindiği Semerkant olsun, Taşkent olsun. Türkistan, Türk Dünyası, Atayurtlarımız olsun. Çocuklarımıza, gelecek nesillerimize bu tanıtımı yaparak bir miras da biz bırakalım vesselam…
Özbekistan, GÜNCEL Haberleri