Endülüs İslâm dünyası, İslâm medeniyetinin yeni bir dinamizm kazandığı yerdir. 8. yüzyıldan beri parlayan İslâm medeniyeti, Doğu’da gücünü kaybederken Endülüs’te canlanma imkânına kavuştu. Tıp, eczacılık, astronomi, fizik ve matematikte dünya çapında bilginler yetişirdi. Bu ortamda büyük fikir adamları ve filozoflar yetişti. Biz burada İbn Bâcce’in hayatını sizlere aktaracağız.
İbn Bacce’nin Hayatı:
Endülüs’ün kuzeyindeki Sarakusta (Zaragoza) şehrinde 1077 yılında doğmuştur. İbn Bâcce’nin tam adı Ebu Bekr Muhammed b. Yahya b. As-Saig’dir. Batı literatüründe genellikle Avempace diye anılır. XI. Yüzyılın ilk çeyreğine kadar Sarakusta şehrinin idareciliğini yapan Arap asıllı Tücîbilerle mensup olması dışında ailesi hakkında bilgi yoktur.
Hayatının gençlik yıllarıyla ilgili çok az şey bilinmekle beraber önemli bir eğitim ve kültür merkezi olan bu bölgede iyi bir tahsis gördüğü söylenebilir. Dönemin önde gelen ilim adamlarından İbnü’s-Sîd el- Baltalyevsî ile aralarında geçen ilmî tartışmayla ilgili bir belge onun erken yaşlardaki ilmî donanımını ortaya koymaktadır.
İbn Bâcce’nin döneminin tabip ve astronomları arasında yer alan Ebû Ca’fer Yûsuf b. Hasdaî ile yakın dostluk kurduğu kaydedilmektedir. Tahsis hayatı hakkında aydınlatıcı bilgiler Ebû Ca’fer Yûsuf b. Hasdaî’ye yazdığı bir mektubunda sırasıyla müzik, astronomi ve mantıkla uğraştığını, daha sonra da tabiat ilmine geçtiğini yazar. Ayrıca İbn Bâcce’nin tahsil hayatına İslâmi ilimlerle başladığını gösterir. Abdurrahman b. Seyyid el-Mühendis’ten geometri dersi alan iki kişiden birisidir.
Sonraki dönemlerde kurduğu dostluk bağlarıyla defalarca vezirlik makamlığına yükselmiştir. Hayatında iki defa hapis yatmak zorunda kalmıştır. İkinci hapis süresinde geometri çalışmıştır. Kendisi, ya vezir olmasını sağlayan İbn Tifelvît’in ölümünden sonra ya da Sarakusta’nın Hıristiyanlar tarafından işgal edilmesinden dolayı doğduğu toprakları terk eder. İşbiliyye, Gırnata ve Fas’ta faaliyet göstermiştir. 1138 yılında Fas’ta vefat etmiştir. Onu kıskanan bazı kimselerin onu zehirleyerek öldürdüğü rivayet edilir.
Batı İslam felsefesi geleneğinin ilk temsilcisi olan İbn Bâcce, bu geleneğin temel yönelişlerini de ilk olarak belirleyen kişidir. Aristotelesçiliği ve Yeni Platoncuğu Endülüs’e taşıyan İbn Bâcce, idari görevlerinin yanısıra hekimlik de yapmış ve botanik, astronomi ve müzik ile ilgilenmiştir. Riyaziye, mantık, hendese ve tıp ilminde üstad idi. Kur’an’ı hıfzeden İbn Bâcce musikiye de meraklı ve ud çalmasını bilirdi. İbn Bâcce, varlıkları sayılar olarak nitelendirmektedir. Bu sayılar da buut(boyut) sahibi sayılar ve buut(boyut) sahibi olmayan sayılara örnek olarak da cömertlik, şeref, ilim ve savaş zikredilebilir.
İbn Bâcce, hareketleri de ikiye ayrılıyor:
1- Müfret olaylarla ilgili hareketler. Kuşun uçması, taksinin sürülmesi ve insanın yürümesi bu cins hareketlerdendir. 2- Mutlak hareketler. Aletleri iten kuvvet ve yıldızları döndüren kuvvet bu cins hareketlerdendir. Böyle hareketler daimidirler. Başlangıç ve sonları yoktur. Daimi hareketler intikal, hareketlerden daha şereflidir. Kendisinde daimi hareket bulunan varlıklar da inkıtalı harekete maruz kalan çizimlerden daha üstün ve daha ulvidirler.
İbn Bâcce’ye göre aklın önemi çok fazladır. Çünkü sağlam ve kesin bilgi ancak akılla hâsıl olur. Mutluluğa kavuşmanın yolu akıldan geçer. Ahlâk da akla bağlıdır. İnsan, aklı sayesinde en aşağı maddeden en yüksek değer taşıyan ilahi gerçeklere kadar her şeyi bilebilir. İbn Bâcce’ye göre âlemde bir takım akıllar vardır.
Bunlar da şunlardır:
1- Al-Akl insanî
2- Al-Akl al-Faal
3- Al-Akl al-Küllî Faal Akıl, insanî akla etki yapar. Böylece de bilgiler insanî akla intikal eder. Ölümden sonra bilgiler Faal Akla döner.
İbn Bâcce’ye göre ilim elde etmenin vasıtası sadece akıldır. Bilindiği üzere Gazali gerçek ilmin kalp yolu ile öğrenileceğini ifade etmişti. İbn Bâcce ise kalbe doğan nurların ve keşfî bilgilerin ilmî değeri olmadığını ileri sürmüştür. Böylece tasavvufa karşı bir cephe almıştır. Ona göre bilgi duyumlar ve kıyaslarla elde edilir. Akıl süzgecinden geçmeyen hiçbir şey yakinî bilgi olamaz.
İbn Bâcce, Aristotelesçi felsefe geleneğine mensuptur. Bu geleneği asli unsurlarıyla ortaya koymak ve Mağrib-Endülüs kültür ortamında yeniden canlandırma noktasında önemli çalışmalar yapmıştır. Bu beyanda, Aristoteles’in mantık külliyatı üzerine şerh ve açıklama tarzında ciddi araştırmalarda bulunmuştur. Buna ilaveten, Grek filozofunun Fizika (es-Semâu’t-tabiî) isimli eserini şerh etmiş ve bu eserin çeşitli bölümleri üzerine ayrıca şerhler yazmıştı.
Aristoteles fiziğinin temel kavramlarından birisi olan “ilk hareket ettirici” kavramından kalkarak, özellikle insani varlık alanında “hareket”in gerisinde duran aslî nedenin ne olduğunu araştırmaya çalışır. Bu konu, filozofun, daha çok Tedbiru’l-mütevahhid olarak tanınagelen Sîretü’l-mütevahhid isimli eseriyle, Risâletü’l-veda ve Kitabü’nnefs gibi eserlerinde de üzerinde durduğu bir konudur.
İbn Bâcce akılcılığı yüzünden de zındıklıkla suçlanmıştır. Aynı şekilde biraz düşünceye önem veren ve aklın yanında yer alan birçok İslâm düşünürleri İbn Bâcce gibi küfürle damgalanmıştır.
İbn Bâcce, Fi’l-Müteharrik risalesinde, insani hareketin temel özelliğini “seçmeye dayalı irade” olarak belirlemekte ve ahlaki-hukuki sorumluluğun ancak bu niteliği taşıyan hareketlerde/davranışlarda söz konusu olabileceğini belirtmektedir. Hayvani nefisten kaynaklanan davranıştan farklı olarak, motivasyonunu “seçmeye dayalı irade”den alan insani davranış, ontik dayanağını, “düşünme” ve onun değişik versiyonlarında bulmaktadır. İbn Bâcce, hareketini düşünmeden almayan davranışın, hayvana özgü davranış olduğunu ifade etmektedir. Çünkü “seçmeye dayalı hareket, insana özgüdür”.
İbn Bâcce, Tedbir al-Mutevahhid adlı eserine siyasi felsefeye yer vermiştir. Bir seçkinler topluluğu tasarlıyor. Seçkinlerin meydana getireceği böyle bir toplulukta doktor ve hâkim bulunmamalıdır. Doktora lüzum yoktur. Çünkü vatandaşlar en uygun şekilde gıdalarını alacaklardı. Kendilerine zarar verecek bir şey yemeyeceklerdir. Hâkime de ihtiyaç yoktur. Çünkü vatandaşlar birbirlerine sevgiyle bağlanmıştır. Onlar arasında asla geçimsizlik olmayacaktır. Tasarladığı mükemmel cumhuriyette her vatandaş azami derecede olgun olmalıdır. Hiçbir kimse kanun ve adetlerin cahili kalmamalıdır. Herkes davranışlarında hile, hata veya şaka yolunu asla seçmemelidir. O halde manevi doktorlara da ihtiyaç olmayacaktır. Filozofumuza göre gerçek doktor olarak yüce Allah kâfidir. Olgun olmayan bir toplumda yaşayan vatandaş ruhen münzevi bir hayat sürmeli ve olgun davranışlarıyla diğer vatandaşlara etki yapmalıdır. Ruhen münzevi olmak demek kirli işlere karışmamak demektir. İbn Bâcce’nin tasarladığı münzevilik sufilerin tam anlamıyla yalnızlığı olarak değerlendirilmemiştir.
İbn Bâcce, kötü bir toplumda yaşamak zorunda kalan “Erdemli Yabancıları”, “yalnız insan (el-İnsan’ul-Mutevahhid)” terimi ile ifade eder. “Yalnız insan” içinde bulunduğu toplumca benimsenmemiş, kendi gerçek düşüncesi ile garip kalmış bir insanın yalnızlığını ifade eder. Bu durumdaki insanlar sayıca birden fazla olsalar da, aynı görüşlere sahip olarak yalnızlığa itildikleri ve dışlandıkları için yine de tek kişi sayılırlar.
Bu bakımdan yalnız insanın eğitimi onu çok meşgul etmiştir. Maksat, onun en üstün duruma ulaşmasını sağlamaktır; Nabit dediği bu insanın, mutluluğa ulaşmasına mani olan engelleri nasıl bertaraf edeceğini göstermektedir.
KAYNAKÇA
AYDINLI, Yaşar, “İbn Bâcce” TDV İslâm Ansiklopedisi,
Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, C. 19, İstanbul 1999, s. 348-353.
__, “İbn Bâcce’nin “Fi’l-Müteharrik” İsimli Risalesi”, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Uludağ Üniversitesi Yayınları, Bursa 2002, s. 17-28.
BOLAY, Hayri, “Endülüst’te Gelişen Düşünce Hayatı ve Batıya Tesirleri”, Endülüs’ten İspanya’ya, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 1996, s. 49-61.
ÇUBUKÇU, İbrahim Agâh, “İbn Bâcce ve Felsefesi”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Ankara Üniversitesi Yayınları, C. XV, Ankara 1967, s. 151-154.
DEVELİOĞLU, Ferid, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat, Aydın Kitabevi Yayınları, Ankara 1993.
KÖROĞLU, Burhan, “İbni Bâcce’nin ahlak ve siyaset düşüncesi”, Divan, Bilim ve Sanat Vakfı Yayınları, S. 1, İstanbul 1996, s. 45-65.