Davutoğlu’ndan iç karışıklık çıkışı: Bu kış bazı olaylar yaşanabilir / Haberin Peşinde Urfa
Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu, seçim, cumhurbaşkanı adaylığı, ekonomik kriz ve ittifaklar üzerine dikkat çeken açıklamalarda bulundu. Davutoğlu, Millet İttifakı Cumhurbaşkanı adayının AK Parti ve MHP tabanından en fazla oyu alabilecek kişi…
Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu, seçim, cumhurbaşkanı adaylığı, ekonomik kriz ve ittifaklar üzerine dikkat çeken açıklamalarda bulundu. Davutoğlu, Millet İttifakı Cumhurbaşkanı adayının AK Parti ve MHP tabanından en fazla oyu alabilecek kişinin olması gerektiği görüşünü dile getirdi. Davutoğlu “Esas olan seçimi kazanmak” dedi. İç karışıklık olabileceğine yönelik tartışmalar üzerine konuşan Davutoğlu “Özellikle bu kış ile ilgili gerçekten ben çok kaygı duyuyorum” ifadelerini kullandı.
Ahmet Davutoğlu, HDP’nin “Altılı masa cumhurbaşkanı adayını belirlerken şeffaf bir şekilde müzakere etsin” talebi hakkında ise şöyle dedi: “Biz Gelecek Partisi olarak böyle bir istişarenin tüm partilerle yapılmasında bir sakınca görmeyiz.” Davutoğlu’nun T24’ten Murat Sabuncu’ya verdiği mülakat şöyle:
Türkiye’de de seçimler kaybedilse bile iktidarın yönetimi devretmeyeceğine dair zaman zaman tartışmalar oluyor. Nasıl bakıyorsunuz buna?
Bu tür bir risk mevcut olsa bile, Türkiye’de seçim sonuçlarına uyulmaması gibi bir tartışmanın yaygınlaşmasını tehlikeli bulurum. “Şüyuu vukuundan beter” der eskiler. Bu tür söylentilerin yayılması olmasından daha tehlikelidir, çünkü daha seçimler olmadan sandığa, seçime ve demokratik sisteme güveni sarsar. Sandık siyasal bunalımların tek çözüm aracıdır. Ona güven sarsıldı mı, toplumsal gerilimler tırmanır. Ayrıca bu söylentilerin yayılması bu tür kötü senaryoların gelişmesini tetikleyen sonuçlar doğurabilir.
Türkiye’nin uzun demokratik sürecinde, seçimlerin yapılış şeklinden sonra iktidarı kaybeden birinin iktidarda kalması ihtimalini mümkün görmüyorum. Ama eğer halkın böyle bir kaygısı varsa, bu konuşuluyorsa bizim muhalefet olarak seçimlerin adil bir şekilde yapılacağı, kaybedenin iktidarı barışçıl yollarla kazanana devredeceği yönünde teminat vermemiz lazım. Bizim görevimiz bu tip spekülasyonlar üzerinden kaygı büyütmek yerine gerekli tedbirleri almak. Şunu da özellikle söyleyeyim. Biz muhalefetteki partiler olarak da Gelecek Partisi olarak da seçim sonuçlarını herkesin kabul etmesi için gereken her türlü mücadeleyi vermeye de hazırız.
Bir yandan iktidara da çok uzak olamayan bir cemaatin başındaki isim öte yandan Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ bir iç savaş riskinden bahsediyor. Siz bir taraftan korkunun endişenin yaygınlaştırılmaması gerektiğini söylüyorsunuz ama bu riskler konuşuluyor.
Şunu ifade edeyim bilinçli ve sorumlu her siyasetçi her senaryoya hazırlıklı olmak zorundadır. Maalesef Türkiye’nin içinde bulunduğu kutuplaşma ortamı çok olumsuz senaryoları gündeme getirecek özelliklere sahip. Eğer bir ülkede bu kadar hızla yaygınlaşan bir kutuplaşma varsa, eğer bir ülkede yoksullaşmanın sebebi olan böyle bir yolsuzluk ortamı varsa, organize suç örgütleri cirit atıyorsa, böyle bir yerde istikrar olması çok zor.
Özellikle bu kış ile ilgili gerçekten ben çok kaygı duyuyorum. Bu kış özellikle ekonomik şartlar bağlamında bazı olaylar yaşanabileceğinden endişe ediyorum. Hepimizin bütün devlet ve siyaset adamlarının makul bir noktada buluşması lazım. Seçimlere suhuletle gidilmesi lazım. Bu tür söylentilerin yayılmasını doğru bulmam ama net konuşmak gerekirse bu kış bu tip toplumsal risklerin oluşması durumu ile karşı karşıya kalabiliriz. Ekonomik durum sebebiyle bu risk var. Gittiğim yerlerde toplumsal bir basınç olduğunu görüyorum. Ekonomik sıkıntılardan kaynaklanabilecek toplumsal gerilimler konusunda hepimizin müteyakkız ve dikkatli olması gerekiyor.
7 Haziran – 1 Kasım arası hep akıllara geliyor tabii. Siz o dönem başbakandınız. 10 Ekim davasının 16. duruşması vardı dün. Orada sizin de dinlenmeniz istendi. O günlerde yaşananlarla ilgili söyledikleriniz de oldu. O sürece benzer bir risk görüyor musunuz siz?
O günler terörle mücadele anlamında zor günledi. Bir yandan PKK terörü bir yandan IŞİD terörü. Bir taraftan terörün her türüne karşı çetin bir mücadele verdik, diğer taraftan da ekonomik istikrarı korumak ve adil ve objektif kriterlere uygun bir seçimi gerçekleştirmek için büyük bir çaba gösterdik.
O günden bugüne değişen önemli bir nokta var: Ekonomik şartlar. O günlerde terörle mücadeleye ve iki seçime rağmen Türkiye’de tüketici enflasyonu yüzde 7 ler, üretici enflasyonu yüzde 5’ler, dolar 2.80 TL civarındaydı. Kişi başına gelir 11 bin dolara yakın düzeydeydi. Risk primi ise 260 bandındaydı. Bugün ise TÜİK rakamlarına göre bile tüketici enflasyonu yüzde 78, üretici enflasyonu yüzde 138, dolar 17.50, Türkiye’nin risk primi ise 900’ü aştı. Yani kıyas kabil değil. O zaman bir yıl içinde iki seçime ve yoğun bir terörle mücadeleye rağmen ekonomi son derece iyi bir performans gösteriyordu ve insanlar özellikle de gençler geleceğe ümitle bakabiliyorlardı.
Şimdi ise tam aksi. Yaygın intihar vakalarına kadar giden yoğun bir karamsarlık ortamı var. En vahimi de kendi fanuslarında yaşayan iktidar mensupları bunun farkında değil. Bir taraftan toz pembe bir tablo çizerken diğer taraftan toplumsal gerilimi tırmandıran bir söylem kullanıyorlar. Enerji, gıda ve kira fiyatlarının daha da artacağı kış aylarından çok kaygılıyım.
İktidardakilere sesleniyorum: Ya hemen seçime gidin ya da rasyonel ekonomik politikalara yönelin ve toplumsal gerilime dayalı politikalardan kaçının. Ateşle oynamayın, kendinizi de ülkeyi de felakete sürüklersiniz.
Bu kış başta ekonomik yıkıntı riskler var dediniz. Peki bu durum iktidarın işine gelir mi? Türkiye 2016 darbe girişimi sonrası 40 gün diye OHAL ilan etti, iki yıl sürdü, bu şartlarda sistem değiştiren referanduma gidildi.
İktidar her şeyi kullanmak isteyebilir. Ne yazık ki bugünkü iktidarın iktidarda kalmak için kullanmayacağı şey yok. Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemiyle, güçler ayrılığının ortadan kalktığı bir durumla karşı karşıyayız. İktidarlarını korumaya çalışacaktır Sayın Erdoğan ve Sayın Bahçeli. Böyle bir risk her zaman var. Ona karşı gerekeni yapmak, halkı uyarmak ve iktidarın gerilim ve kutuplaştırma tuzağına düşmemek de bizim muhalefet olarak görevimiz.
Altılı masanın ilk turunun son toplantısı 7 Ağustos’ta yapılacak. Anayasa ile ilgili çalışma var, ekonomi ile ilgili çalışma var. Bu toplantının ana gündemi ne olacak?
Geçen ay Sayın Akşener’in başkanlığında yaptığımız toplantıda ortak bir gözlemde mutabık kaldık. Aslında son altı ay içinde Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem Modeli, Temel İlkeler ve Hedefler, Seçim Güvenliği ve Ekonomik Kurumların Reformu gibi önemli dokümanlar üretmekle birlikte bu metinlerin kamuoyunca yaygın bir şekilde anlaşılmasını sağlamakta yetersiz kaldık. Bu eksikliği görerek ortak bir iletişim komisyonu kurmaya karar verdik.
Şimdi Saadet Partisi’nin ev sahipliğinde hem oluşturduğumuz tüm komisyonların faaliyetleri gözden geçirilecek hem de başta Anayasa komisyonun hazırladığı metin muhtemelen onaylanarak kamuoyu ile paylaşılacak.
İkinci tur liderler buluşması devam edecek mi?
Onu liderlerle görüşeceğiz. Süreç tabii ki devam edecek, ancak belki yeni modeller geliştirebiliriz.
İlk turun sonunda altılı masanın seçim ittifakına doğru gidip gitmeyeceği konusu önemli. Cumhurbaşkanı adaylığının dışında soruyorum.
Seçim ittifakını doğru tanımlamak lazım. Cumhurbaşkanlığı seçimi ve milletvekili seçimi iki ayrı mantık ve süreç öngörüyor. Tabii siyasette her an her şey olabilir ama Sayın Bahçeli bir sürpriz yapmazsa Kasım ayında erken seçim olasılığı gittikçe azalıyor. Ancak, kötüleşen ekonomik şartlar kış ortasında bir seçimi bile masaya getirebilir
Milletvekili seçimlerinde seçim takvimi hayati önem taşıyor, çünkü yeni yasa ile belirlenen seçim sisteminin uygulanması için bir yıl şartı gerektiği için uygulanacak seçim sistemini belirleyecek olan şey seçim takvimi.
Eğer eski seçim sisteminin uygulanacağı bir takvimde seçime gidilirse daha derinlikli ittifak yapıları gündeme gelir. Eğer yeni yasa ile seçime gidilecek bir takvim ortaya çıkarsa daha esnek ittifak yapıları devreye girecektir, çünkü bu durumda ittifakların sağlayacağı avantaj son derece sınırlı.
Dolasıyla TBMM seçimleri için farklı modeller ortaya koyabiliriz. İttifak içi ittifaklar olabilir. Önemli olan en fazla muhalefet milletvekilinin parlamentoya girmesi. Gönül ister ki 400 milletvekili çıkaralım parlamenter sisteme hemen geçelim. Ya da 360 milletvekili çıkaralım referanduma götürelim. Ama bunlar yapılamazsa önümüzdeki dönemi birlikte yönetme sorumluluğu ile karşı karşıyayız. Dolayısıyla parlamento seçimlerinde en fazla milletvekili çıkartmak en önemli öncelik. Partiler bu konuda herhangi bir önyargı olmaksızın iş birliği yapmaya hazır olmalı.
Yüzde elli ilkesinin geçerli olacağı Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ise şu andaki kararımız ortak bir aday çıkarmak yönündedir. Ortak aday da seçim tarihi belli olduğunda konuşarak sonuca varacağımız bir husus. Orada da gönül ister ki tek aday olsun. Ama olmaması durumunda bile yine altılı masanın koordinasyon içinde olması Türkiye’nin istikrarı için önemli olacaktır.
Cumhurbaşkanı adayının belirlenmesi noktasında bir anket mi yaptıracaksınız?
Bugünkü anketlerin sağlığı konusunda hepimizin ciddi rezervleri var. Her şeyden önce ciddi bir korku iklimi var. Anketçiler 2000 kişiden cevap alabilmek için en az 15.000 kişiye sormak zorunda kaldıklarını söylüyorlar. Bu tabloda iktidara net olarak oy vereceğini söyleyenlerle daha önceki seçimlerde muhalefete oy veren seçmenin kanaatleri daha net ortaya çıkabiliyor. Başka bir deyişle siyasi tercihi keskin kesimler daha net konuşabiliyor. Ama bundan sonra esas siyaseti belirleyecek kesim AK Parti ve MHP’den kopmuş-kopacak olanlar. Burada bizim ağırlığımız olduğunu herkes biliyor. Bu kesim farklı kaygılarla ankete cevap vermekten kaçınıyor, çünkü işten atılma, yakınlarının baskı görmesi ve sosyal yardımların kesilmesi gibi kaygılar taşıyor.
Diğer bir faktör ise maalesef anket çalışmalarının gittikçe bir sektör hâlini almasından kaynaklanan etik bir sapma da var. Siyasi boşluk algısından doğan son derece gereksiz bir rekabet ortamı var. Hangi anket firmalarının iktidarla iç içe, hangilerinin kimlerle çalıştığına dair kanaatler sağlıklı kararlar alınması bağlamında ortamı zehirliyor, muhtemel adaylar arasında belli bir gerilime yol açabiliyor. Ülkemiz tarihinin en kritik sürecine girerken alacağımız kararlarda fırsatçı ve manipülatif etkilerle karar veremeyiz. Doksanlı yıllarda başbakan tayin ettiğini iddia eden basının yerini şimdilerde Cumhurbaşkanı tayin eden anket firmalarının alması demokratik rekabet ortamını zaafa uğratır.
Anket olamayacaksa ne olacak? Ankette isim çıkanlar belli zaten. Başka adaylar da olabilir mi?
Aynı isimler arasında bu yarış varmış gibi gözükmesi anketlerde hep aynı isimlerin sorulması sebebiyle. Türkiye’nin saygın kabul edilen anket şirketlerinden birisinin soru formu var elimizde. “Türkiye’yi kimin yönetmesini istersiniz?” sorusu soruluyor, aklınıza gelebilecek bütün isimler var, sadece o listede Tayyip Erdoğan dışında geçmişte ülkeyi yönetme sorumluluğu üstlenmiş tek kişi olan bir başbakan olarak bizim adımız yok. Konuyu şahsileştirmek için söylemiyorum, belki başka anketlerde de başkalarının ismi olmayabilir.
Cumhurbaşkanlığı makamı yüce ve onurlu bir makamdır. Hele hele bugünkü sistemde olağanüstü bir güç makamıdır da. Bir siyasi boşluk ortamı algısıyla birçok siyasetçinin bu makama talip olması da doğaldır. Ancak böylesi kritik bir süreçte bu makamın aynı zamanda ateşten bir gömlek olduğunu da herkesin görmesi gerekir. Onun için bu ateşten gömleğin sorumluluklarının paylaşılması lazım. Bunun için önce geçiş sürecinin yönetim ilkelerinin ve süreçlerinin belirlenmesinde fayda var. Kimse altı liderden şu veya bu anket üzerinden bir isim belirleyerek bu olağanüstü gücü o isme devretmesini beklememeli.
Önce geçiş sürecinin mekanizmaları belirlenmeli sonra aday konusu ele alınmalı. Bizim bu konuda tek imzalı Cumhurbaşkanı kararnamesi yerine parlamenter sistemdeki Bakanlar Kurulu kararına benzer Cumhurbaşkanlığı kararnamesi uygulaması gibi kamuoyu ile de paylaştığımız tekliflerimiz oldu. Liderler olarak önce bu işleyiş ilkelerinde mutabık kalacak, sonra adaylık meselesini ele alacağız.
Tekrar sorayım. Anket olmazsa nasıl bir model olacak?
Anket olmaz demiyorum. Açık bir şekilde şu veya bu partiye, kişiye yakın ya da angaje olduğu bilinen anket şirketleriyle bu olmaz diyorum. Ayrı bir değerlendirmeyi biz kendi aramızda yaptırabiliriz. Ama bir sektör haline gelmiş şirketler üzerinden bir değerlendirmeyi doğru bulmam. Şu andaki mevcutlar üzerinden olmaz. Altı lider de bu anket şirketlerinden şu ya da bu şekilde muzdarip. Hepimizin mutabık kaldığı objektif ve bilimsel bir araştırma ya da anket yapılabilir.
Altılı masadaki liderler birbirleriyle anlaşıyor mu?
Beni mutlu eden husus şu liderler arasındaki insani hukuk çok gelişti. Herkes birbirinin hassas olduğu, önem verdiği noktaları biliyor ve insani ilişkiler, sosyal ilişkiler gelişti. Yarın birbirimizle rekabet etsek bile bu rekabet Sayın Erdoğan ve Sayın Bahçeli’nin sürdürdüğü gibi bir rekabet olmaz. Parlamenter sisteme geçtikten sonra bu altı parti birbirleriyle rekabet etseler dahi bunun bir nezaketi olur. Birbirimizi tanıyoruz, biliyoruz, ortak bir Türkiye ideali etrafında konuşmalar gerçekleştirdik. Bunun çok önemli bir aşama olduğunu düşünüyorum.
Türkiye’nin önündeki 10 yıl için en büyük tehlike var olan iktidarın otoriter yapısının sürmesidir. En büyük imkan ise muhalefette oluşan bu insani tablodur. Birbirimize dönük saygı ve nezakettir. Önümüzdeki dönem siyaseti yumuşatacak olan da budur. Bu anlamda süreçten mutluyum. Ama şu beklenmesin altı lider bir araya gelir ve bir anda Türkiye’nin sorunları çözülür. Sorunlar bir anda ortaya çıkmadığı gibi bir hamlede de çözülmez. Önümüzdeki sürecin zorluklarının farkındayız. Ama altı ayda önemli mesafeler aldık.
Bir söyleşinizde ‘kimi yerlerde yolda yürürken CHP ile ne işiniz var diyenlerin’ varlığından söz etmiştiniz. Altılı masanın bir arada verdiği fotoğraftan sonra bunda bir azalma var mı yoksa devam ediyor mu?
Devam ediyor. Sorunun dozunda farklılık oluyor. Bazıları provokatif nitelikli. Bazıları da iyi niyetli. İyi niyetten kastım doğru anlamına gelmiyor. “Biz sizi başbakanımız olarak beğendik oy verdik CHP ile birlikte olmak yerine tek başına olsanız daha iyi olur” diyorlar. İzah ediyorum. Sabırla Türkiye’nin içinde bulunduğu durumu ve birlikteliğin önemini anlatıyorum. Ama iyi ki berabersiniz diyen bir topluluk da var. Beni bu tür tepkilerden daha çok kaygılandıran ‘rövanşist yaklaşımla bütün Ak Parti geçmişi olanlara, külliyen kollektif bir suç altındadır’ diyenlerin tepkileri. Bunlar muhalefetin ortak zeminini sarsmaya yönelik tepkiler. Her iki tepkiye de sağduyuyla cevap vermek gerektirir.
Milletvekili seçimleri için altılı masa içinde farklı koalisyonlar olabilir dediniz. En konuşulan Gelecek, DEVA ve Saadet’in yani muhafazakârların bir arada olabileceği yapı. Burada gelişme var mı?
Şu anda yeni bir durum yok. Ancak ben yine altını çizerek şunu vurgulamak isterim. Türkiye’de 1950’den bu yana büyük siyasi değişimlerde sağ muhafazakâr bir kitlenin dönüştürücü gücü görüldü. 1950 Demokrat Parti’nin çıkışı, 1965 Adalet Partisi ithal ikameci politikalarla sanayileşme stratejisi, 1983 sonrası Özal’ın dünyaya açılan vizyonu daha sonra AK Parti’nin ilk dönemi. Hepsi bu geniş kitlelerin dönüşüme inandırılması ile yaşandı. İdris Küçükömer’in yetmişli yıllarda kaleme aldığı “Düzenin Yabancılaşması” eserinde öne sürdüğü tez bugün için de doğrudur: Büyük ve devrimci dönüşüm bu geniş muhafazakâr kesimler üzerinden gerçekleşiyor. Buradan hareketle şu anda da Türk siyasetini değiştirecek ana odak ana zemin 2002’den 2015’e kadar AK Parti’de konsolide olan oyların yeni bir yere akması. Bunun CHP’ye akmasının neredeyse imkansız olduğunu biliyoruz. Burada kararsız kitlenin akacağı yerler bu kitlelerin kendilerinin temsil edildiğine inandıkları partiler. Ne kadar çok AK Parti zemininden kitleleri kendimize çekersek Türk siyaseti o kadar hızlı dönüşür. O bakımdan onlara güven vermek lazım. Hâlâ o kitlelerde üç kaygı önem taşıyor.
Bir; 28 Şubat’a geri dönüp dini özgürlükleri kaybeder miyiz? Tayyip Erdoğan bunu tahrik ediyor. Orada teminat vermek lazım. Asla 28 Şubat geri gelmeyecek bunun koruyucusu da hamisi de Erdoğan değil biziz demek lazım.
Altılı masa öncesinde üç parti tarafından yani Gelecek, Saadet ve Deva, böyle bir teminat verilmesinin doğru olacağı kanaatindeydim ama maalesef bütün çabalarımıza rağmen böylesi bir mutabakat oluşmadı. Altılı masada temel ilkeler metninde beşinci madde bu teminata matuftur. Bütün liderlerce imzalanan bu maddenin sonunda açıkça “din ve vicdan özgürlüğü çerçevesindeki kazanımların koruyucusu ve güvencesi olacağız” deniyor.
İkinci önemli kaygı, özellikle savunma sanayii başta olmak üzere dış politika ve güvenlikle ilgili bir zafiyet olur mu kaygısı? Bu konuda da teminatı biz verebiliriz, çünkü o kitleler bizim etkin olduğumuz dönemde çok boyutlu dış politika uygulamalarındaki kazanımların da, şu anda “aptal olma” denen mektuplarla, 3-5 milyar dolarlık swap için boyun eğmelerle yaşanan itibar kaybının da farkında. Temel İlkeler ve Hedefler metninin 10. Maddesinde de bu konuda gerekli teminat veriliyor.
Üçüncüsü ise sosyal yardımlar. Bu konuda da yine aynı metnin 7. Maddesinde ortak olarak sosyal devlet ilkesi çerçevesinde teminat veriyoruz.
HDP altılı masa ilişkisi. 6 milyon seçmen var. İsterseniz oy anlamında isterseniz barış anlamında bakalım. HDP ile masanın ilişkisi ne durumda?
Bir kere HDP altılı masanın içinde değil. Onlar ayrı bir ittifak oluşturdular. Sayın Erdoğan ve Bahçeli kendileri Osman Öcalan’ı televizyona çıkartıp, Abdullah Öcalan’dan mektup getirirken altılı masanın HDP ile ilişkisi üzerinden bir algı oluşturmaya çalışıyorlar.
HDP Altılı Masa’da olmamakla birlikte partilerin tek tek HDP ile ilişkileri var, bizim de var. HDP veya herhangi bir partinin dışlanmasını doğru bulmuyoruz. Hangi parti olursa olsun Türkiye’de meşru zemin içinde faaliyet gösteren her parti ile ilişkiyi doğal buluruz. Parti kapatılmasına ilkesel olarak karşıyız. Dolayısıyla bu anlamda bir ilişki kurulmasına karşı değiliz. Ama doğal olarak her partinin kendi politikaları, öncelikleri ve rezervleri olabilir, buna da saygı duymak gerekir.
HDP altılı masa cumhurbaşkanı adayını belirlediği zaman bizimle de şeffaf bir şekilde müzakere etsin diyor. Buna nasıl bakıyorsunuz?
İkili bazda herkesle müzakere edilir. Ben bunu yanlış görmem. Her kesimle sivil toplumla da istişare edebiliriz. Siyasi partilerle de yani altılı masa dışındakilerle de. Mesela HDP yanında Yeniden Refah Partisi, Hüdapar, Değişim Partisi, Demokratik Sol Parti, Bağımsız Türkiye Partisi ve diğerleri ile de…Cumhurbaşkanı adayı altılı masanın adayı olsa da çok daha geniş bir zeminde oy talep edecek ve her oy kıymetli olacak. Biz Gelecek Partisi adına böyle bir istişarenin bütün partilerle yapılmasında bir sakınca görmeyiz. Ama altılı masaya gelince burada tüm liderler adına bir şey söylemeyi doğru bulmam.
Açık ara cumhurbaşkanlığı diye bir tanım çok konuşuluyor. Yine anketlere bakıp Kemal Kılıçdaroğlu ‘açık ara kazanamayacak aday olmasın’ diyorlar. Bu duruma nasıl bakıyorsunuz?
Esas olan seçimi kazanmaktır. Seçimlerde açık ara kazanılacak diye bir kural yok. Bu sistemi Sayın Erdoğan ve Sayın Bahçeli getirdi. Artı 1 oy alan kazanır.
Az fark manüpile edilir mi, endişesi bu…
Oraya geleceğim. Bunun manüpüle edilmemesi için elimizden gelen gayreti gösteririz. Cumhurbaşkanı adaylığında açık ara konusunu güçlendirecek isim AK Parti ve MHP tabanından en fazla oyu alabilecek isim demektir. Bunları en kapsamlı şekilde düşünerek bir aday konusunda hareket etmek gerekir. Ama öncelikli hedefimiz seçimi kazanabilecek bir isim bulmak. Ne kadar yüksek oy oranıyla seçim kazanılırsa toplumdaki o kadar çabuk azalır. İkinci tura kalma ihtimali de söz konusu olabilir. İkinci turda muhalefet lehine farkın açılabileceğini de düşünüyorum. Ama ilk turda açık ara bir farkla bitmesi toplumu rahatlatır.