Amazon Ormanları’nın, gelecek 10 yılda atmosferdeki karbon kaynaklarından biri haline gelebileceği bildirildi. İklim değişikliği ve arazilerin olumsuz kullanımı, tropikal ormanların karbon emme kabiliyetine zarar veriyor.
Dünyaca ünlü Nature Dergisi’nde yayımlanan yeni araştırmanın yürütücülerinden Leeds Üniversitesi’nden Prof. Dr. Simon Lewis, tipik bir tropikal ormanının 2060’larda karbon kaynağına dönüşebileceği uyarısını şu sözlerle ifade etti; “İnsanlar bu zamana kadar şanslıydı çünkü tropikal ormanlar hava kirliliğinin çoğunu temizliyordu. Ancak bu temizliğe sonsuza dek devam edemezler. Küresel karbon döngüsü aleyhimize çalışmaya başlamadan fosil yakıt emisyonlarımızı azaltmalıyız. Derhal harekete geçilmeli.” Ohio State Üniversitesi Araştırma Görevlisi Gülçin Sarıcı Türkmen de iklim değişikliği ile mücadelenin önemine dikkat çekerek, bu sonuçların karar alıcıları hareket geçirmesi gerektiğini vurguladı. Türkmen, Lewis’i şu sözlerle destekledi; “Bu çalışmalar aslında belirli bir bölge hakkında tahmin olmaktan ziyade, değişikliğin ne denli hızlı gerçekleştiğini gösteren bir gösterge. Atmosfere salınan sera gazlarının sebep olduğu dünya genelindeki sıcaklık artışları, kuraklıklar, orman yangınları ve daha fazlası için bir çözüm bulmak hepimizin görevidir. Bu noktada temiz enerji kaynaklarını tercih etmeli ve fosil kaynakların kullanımını en aza indirmeliyiz. Yeni bulguların karar alıcıları bir uyarı niteliğinde olmasını ve harekete geçirici bir etki oluşturmasını umuyoruz.”
300 BİN AĞAÇ 30 YIL BOYUNCA TAKİP EDİLDİ
Bu araştırma, 30 yılı aşkın süre 300 bin ağaç takip edilerek tropikal ormanların karbon emme oranında yaşanan düşüşü kanıtlayan ilk büyük ölçekli çalışma oldu. Araştırmacılar, yıllarca aralarında Kongo Demokratik Cumhuriyeti’nde bulunan Salonga Ulusal Parkının da bulunduğu sahaları ziyaret etti ve bununla birlikte Afrika ve Amazon’daki iki büyük orman gözleme araştırması ağını birleştirdi. Amazon Ormanları’nın 2030’larda karbon kaynağına dönüşeceği tahmini, değişen sıcaklık ve yağış miktarlarının 2040 yılına kadar ormanların ne kadar karbonu depolayabileceğini tahmin eden gözlemlere ve istatistik modellerine dayanıyor.
Yükselen sıcaklıklar, kuraklık ve ormansızlaşma gibi etkenlerin sonucu olarak 1990’larda emilen karbon miktarı üçte bir oranda azaldı. Bu düşüşün devam etmesi bekleniyor. Atmosferdeki karbonun tropikal ormanlar tarafından emilmesi, 1990’larda insan kaynaklı karbondioksitin yüzde 17’sine denk gelen 46 milyar tonla zirveye ulaşmıştı. Geçtiğimiz 10 yılda bu miktar 25 milyar tona gerileyerek küresel emisyonların yalnızca yüzde 6’sını kapsadı. Bu fark Birleşik Krallık, Fransa ve Kanada’nın neredeyse 10 yıllık fosil yakıt emisyonlarına eşdeğer. Araştırmaya göre, yalnızca tropikal ormanlara güvenmek, büyük ölçekli sera gazı emisyonların dengelenmesinde yeterli değil. Kuraklık ve yükselen sıcaklıklar sonucu ağaçların kuruması ve ölmesi gibi sebeplerden, ormanların karbon emme kabiliyetleri git gide azalıyor. Kasım ayında Glasgow’da gerçekleşecek Birleşmiş Milletler (BM) iklim müzakerelerinde, ülkelerin net sıfır emisyona ulaşma hedeflerini ortaya koyması bekleniyor. Karbon emisyonların durdurulması için var olan ormanları zenginleştirme veya yeni ormanlar yetiştirme gibi dengeleme yollarının yanı sıra başka planların da devreye alınmasını zorunlu kılıyor. Lewis’in bu konu hakkındaki yorumu ise şöyle; “Dengeleme hakkında birçok şey söyleniyor. Ancak asıl yapılması gereken şey, her ülke ve sektörün sıfır emisyona ulaşması.”
Başta karbondioksit olmak üzere metan, azotoksit, kloroflorokarbonlar gibi gazlardan oluşan sera gazlarının atmosferdeki oranının giderek artması, küresel ısınmayı tetikleyen en etkili faktör. Sera gazları dünya genelindeki sıcaklık artışlarına, buna bağlı olarak iklim değişikliğine, kuraklıklara, ekosistemlerin bozulmasına ve orman yangınlarına sebep oluyor. Avustralya’da yakın zamanda yaşanan orman yangınlarının ardından uzun süreli kuraklık yaşanmasının daha kuru bir ekosistem değişikliğine yol açabileceği belirtiliyor.
Çok geç olmadan toplumsal farkındalığı arttırarak iklim değişikliğine karşı topyekun mücadele edilmesi gerektiğini vurgulayan Gülçin Sarıcı Türkmen, enerji tercihlerinin küresel ısınmadaki rolünün altını çizerek şunları söyledi; “2019 Eylül ayında başlayıp 4 ay boyunca kontrol altına alınamayan Avustralya yangınları, iklim değişikliği gerçeğiyle bir kez daha yüzleşmemize sebep oldu. Bu noktada temiz enerji kaynaklarını tercih etmeli ve fosil kaynakların kullanımını en aza indirmeliyiz. Bir enerji santralinde elektriğin üretilme aşamasına kadar geçen bütün üretim zinciri süreci göz önünde bulundurulduğunda, karbondioksit (CO2) salımının en az olduğu seçenek nükleerdir. TAEK’in verilerine göre; hali hazırda elektrik üretiminde kullanılan nükleer güç santralleri sayesinde, sera gazı salınımında yıllık yaklaşık olarak yüzde 17 kazanç sağlanır. Toplumsal farkındalığı arttırarak iklim değişikliğine karşı topyekun bir mücadele vermeliyiz.”
BÜYÜK EKOSİSTEMLER TEHLİKE ALTINDA
Nature Dergisi’nde yayımlanan başka bir araştırma da Amazon Ormanları (yaklaşık 5.5 milyon km2), Karayip ercan kayalığı gibi (20 bin km2) büyük ekosistemlerdeki değişikliğin ne denli hızlı gerçekleştiğini gösteriyor. Bu araştırmaya göre de bir ekosistemin boyutu ve bozulma hızı arasındaki ilişkiyi gözlemlemek adına daha önce ‘rejim değişikliği’ yaşanan 42 adet vak’a incelendi. Rejim değişikliği terimi, Newfoundland’deki balıkçılığın bozulması, Sahel’deki bitki örtüsü kaybı ve Nijer’de bulunan tarım alanlarının çölleşmesi gibi yaşanan değişiklikleri tanımlamak için kullanılıyor. İstatistiksel verilere göre, Amazon boyutundaki bir ekosistem kritik eşik aşıldığı takdirde 50 yıl içinde bozulabilir. Araştırma ile ilgili yorumlar insan faaliyetlerinden doğan riskler konusunda alarma geçilmesi gerektiği noktasında buluşuyor. Bu riskler insanların bağlı olduğu geniş ve istikrarlı ekosistemi sarsıyor. Var olan ormanların korunması ve çeşitliliğinin sağlanması gibi hemen alınabilecek etkili önlemler olduğu belirtiliyor. İHA