Antalya’da dev sağlık kongresi / Haberin Peşinde Urfa
43. Türkiye Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Kongresi Antalya Belek-Susesi otelde başladı.
43. Türkiye Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Kongresi Antalya Belek-Susesi otelde başladı. Türkiye Endokronoloji ve Metabolizma Derneği tarafından organize edilen kongre beş gün sürecek. Kongrede önemli konular ve son gelişmeler katılımcılarla paylaşılacak.
Düzenlenen basın toplantısında ilk söz olan Türkiye Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Başkanı Prof. Dr. Ayşegül Atmaca, kongrenin başlangıcında öncelikle üç kurs düzenleneceğini söyledi. Atmaca, “Daha sonra endokronolojinin önemli konuları, ele alınacak. Yağlı karaciğer, kemik erimesi, diyabette kullanılan ilaçlar, tiroid hastalıkları, gebelik ve tiroid hastalıkları, nadir görünen endokrin hastalıklar, obezite ile mücadele, diyabetin organlar üzerindeki etkileri, kovid 19 ve ilişkili endokrin hastalıkları geniş konu başlıkları ile kongremizde ele alacağımız konuların bazı başlıkları” diye konuştu D vitamini etkisini anlatan Atmaca, vücudun bir çok organında etkili olan D vitaminin eksikliğinin ortaya çıkaracağı sorunları anlattı. D vitaminin düşük çıkması halinde AMPUL kırıp içilmesinin yanlış bir uygulama olduğunu ifade etti.
Dernek Başkan Yardımcısı Prof. Dr Mustafa Cesur, “Diyabet kan şekeri yüksekliği ile seyreden, tüm vücutta etkisini gösteren bir rahatsızlıktır. Ülkemizde 8 milyon diyabetli bulunmaktadır. Avrupa’da en çok diyabetli Türkiye’de görülmekte. Bu nüfusun yüzde 15’ine denk gelmekte. Diyabet ülkemiz için büyük tehlikeli süreçte. Katlanarak devam etmekte bu oran. Diyabetlilerin yarısının tanı almadığını biliyoruz. Diyabet sadece kan şekerinin ayarlanması ile ilgili değildir. Tansiyonun ve kolesterolün iyi sınırlarda olması, kilo verilmesi, sigaranın bırakılması, beslenmenin ve egzersizin de düzenlenmesi oldukça önemli. Türkiye’de sağlık harcamanın dörtte biri diyabet için yapılmakta. Bütün bunlara rağmen diyabette hedeflere ulaşmakta başarılı değiliz. Ülkemizde kan şekeri, tansiyon ve kan yağları konusunda sadece yüzde 10,5 oranında diyabetlinin hedefe varabildiğini görüyoruz. Öte yandan piyasada birçok diyabeti önlediğini söyleyen ürünler görüldüğünü, ancak bu ürünlerde pek çok olumsuz yan etki gördüğümüze bizzat şahit olmaktayız’ şeklinde konuştu.
Dernek Genel Sekreteri Prof. Dr. Sibel Güldiken, “Tiroid hastalıkları toplumumuzda önemli sorun yaratan rahatsızlıklar içinde yer almakta, bunların başında da tiroid nodülleri gelmektedir. Tiroid nodülleri saptandığı zaman genel olarak klasik yöntemlerle müdahaleler yapılmaktaydı. Son dönemde hekimler bu hastalığın değerlendirmesinde ve tedavisinde çok daha başarılı sonuçlar elde etmektedir. Yapmak istediğimiz tiroid kanserini erken teşhis etmek ve zarar vermesinin önüne geçmektir. Operasyon gerekmeyen nodüllerin, gereksiz yere operasyona gitmesini engellemek esas amacımızdır’ dedi.
Yönetim kurulu üyesi Prof. Dr. Dilek Gogas Yavuz da konuşmasında ‘Osteoporoz yani kemik erimesi küresel bir sağlık problemi. Çok sessiz seyreden bir hastalık. Kırık insan sağlığını etkileyen bir rahatsızlık. Osteoporoz nedeniyle dört hastadan bir tanesi kalça kırığı sonrası hayatını kaybetmektedir. Fark etmediğimiz yaşlılığın doğal sonucu basite aldığımız birçok sağlık bozukluğunun esas nedeni osteoporoz nedeniyledir. Yaşlı oranımız gelecek yıllarda daha da artacak ve osteoporoz hastalığı daha çok karşımıza çıkacak. Her kurumun kemik ölçüm cihazı var. Bu cihazla kemik erimesi olup olmadığı hızlı bir şekilde anlaşılabilmektedir. Bu hastalığın tanısını koymak ve algı yaratılmasını dernek olarak önemsiyoruz. Hastalığın göz ardı edilmesi bizleri üzmektedir. Osteoporoz yaşlılığın bir görüntüsü asla değildir. Mutlaka bu konuda gerekli sağlık kurumlarına başvurulması gerekmektedir’ diye konuştu.
Yönetim kurulu üyesi Prof. Dr Mustafa Kulaksızoğlu 1912 yılında Japon doktor Haşimoto’nun tiroid bezinin yavaş çalışmasını bulduğunu ifade ederek,‘Genetik yatkınlık nedeniyle bazı toplumlarda daha sık görülmekte. Ailesinde bir kişide Haşimato hastalığı varsa diğer bireylerde de görünme riskinin daha yüksek olduğunu söylemek isterim. Uzun dönemde kalp hastalığı, beyin fonksiyonlarının dahi yavaş çalışmasına neden olmaktadır. Kan tahlilleri ile tiriod hormon seviyelerine bakılarak tanıya ulaşılmaktadır. Tedavi de eksik hormonu yerine koyuyoruz. Toplumda şu anda iyot damlaları kullanılmakta. Bunların bilinçsiz kullanılması özellikle Haşimoto Hastalığı gibi tiriod hastalıklarını da tırmandırabiliyor’ dedi.
Yönetim kurulu üyesi Prof. Dr İbrahim Şahin, “Obezite ile ilgili bilgiler vermek istiyorum. Obezite eskiden krallarda görülür ve şişmanlık bir özellik olarak görünüyordu. Ancak günümüze geldiğimizde insanlar şişman oldukça zayıf olanlar daha çok dikkat çekmeye başladı. Obezite yağ dokusunun fazlalığıdır. Zararlı birikim olan yağ çeşitli rahatsızlıkları ortaya çıkartmaktadır. Bugün toplumda obezite oranı yüzde 30-50’leri bulmaya başladı. 1975 yılından bu yana Obezite 40 kat artmıştır. Avrupa’nın şişmanıyız. Erkeklerin yüzde 25’i, kadınların da yüzde 30’u obeziteli. Yaşam şartları ve beslenme şartları değişmesi nedeniyle obez ile birlikte problemler ortaya çıkartıyor. Diyabetlilerin yüzde 80’inde obezite mevcut. Obezitede hipertansiyon, kolesterol yüksekliği, damar sertliği oranı artıyor ve bu da kalp krizi geçirilmesine neden oluyor. Üreme fonksiyonları konusunda da sorunlar görülebiliyor. Obez omurga bozuklukları ve iskelet sistemini bozduğu gibi uyku problemlerini de beraberinde getirmektedir. Obezite de kansere yakalanma oranı da yükseliyor. Obezite bir bataklık gibi düşünülmelidir. Obezite yani bataklık kurutulmadığı sürece o kişinin yaşadığı rahatsızlığın hiç birisi çözülemiyor. Tedavisi de zor bir hastalık. Obezitede cerrahi yönetmelerin bile kimi zaman başarılı olamadığı görülmektedir. Obezite de Endokronoloji alanına giren bir hastalıktır. Bu tip hastaları Endokrinolojiye yönlendirmek gereklidir. Şahin ayrıca, zayıflama ürünlerinin birçoğunun kontrolsüz dağıtımı yapılmaktadır. Nerede, nasıl hazırlandığını ve içinde neler olduğu tam bilinmeyen ve tarım bakanlığından onay alabilen ürün ile dışarda insanlara dağıtılan ürünlere başka karışımlar eklemektedirler. Bakanlığa sunulan ürün ile satışı yapılan ürün arasında çok fark oluyor. Bizler dernek olarak bu tarz ürünleri aldık inceledik ve bu farklı içeriğin varlığını gördük. Halkımızın bu konuda daha bilinçli olması gerektiğini belirtmek isterim. Sağlık bakanlığı onaylı ilaçların çok sıkı denetlemesi ve takibi yapılmaktadır. Ancak reklamı yapılan ve kontrolsüz kullanılan elden satılan böylesi ürünler hiçbir çalışması, araştırması yapılmamış ürünler olmaktadır. Farklı denetime tabi oldukları için bu ürünler piyasada sıkça yer almaktadır’ şeklinde konuştu.
Prof. Dr. Melek Eda Ertörer hipoglisemi yani kan düşüklüğünün hekimleri son derece korkutan bir hastalık olduğuna vurgu yaparak, ‘Hekim bakışı ile öncelikle diyabeti olup olmadığına bakması gerekmektedir. Hipoglisemi çarpıntı, soğuk terleme ile kendini göstermektedir. Kan seviyesi normal seviyede olsa bile bu bulgular ortaya çıkabilmektedir. Parmaktan ölçülen cihazlar ile ölçüm bir çözüm olarak görülebilir ancak damardan alınan kan ile çözüme yönelik daha net sonuçlar alınabileceğini belirtmek isterim. Aslında genel olarak önlenebilir bir rahatsızlık. 4-6 saatlik kalori alınmaması kan şekerini ortaya çıkartır. Ağır hipoglisemi varlığında, özellikle kişide şuur kaybı varsa, yani hayatı tehdit eden durumlarda ağızdan şeker verilmemelidir. Damardan şeker verilmelidir. Bilincin açık olduğu durumlarda izlenecek yol hekim yönlendirmesiyle hareket etmek olmalıdır’ dedi.
Hibya Haber Ajansı