Aksakal: “Örnekleme yapılan ülkelerden gelenler Türk’tü” / Haberin Peşinde Urfa
Demokratik Sol Parti Genel Başkanı Önder Aksakal, gerçekleştirdiği basın toplantısında yaşanan gelişmeleri, ülke ve dünya gündemini değerlendirdi
Aksakal; “Evet; Türk milleti misafirperverdir, vicdanlıdır. Ama bu hasletlerin bir haddi – hududu olduğu da unutulmamalıdır.” dedi.
Demokratik Sol Parti Genel Başkanı Önder Aksakal, gerçekleştirdiği basın toplantısında yaşanan gelişmeleri, ülke ve dünya gündemini değerlendirdi.
Aksakal açıklamasında;
“Konuşmama başlarken, partimizin inançlı kadrosu, yakın çalışma arkadaşımız Malatya İl Başkanımız Haydar Levent kardeşimizi elim bir trafik kazasında kaybetmiş olmanın derin üzüntüsü içinde olduğumu sizlerle paylaşmak isterim.
Gerçek bir Demokratik Solcuydu, gerçek bir Atatürkçü, inançlı bir Ecevitçiydi. Allah mekânını cennet eylesin, ailesine, sevenlerine ve DSP camiasına sabır, metanet ve başsağlığı diliyorum.
Saygıdeğer basın mensupları, değerli arkadaşlarım
Covid-19 pandemisinde vakaların azalmasıyla birlikte, vefat sayılarının tek haneli rakamlara inmesi bu melânetten artık kurtulmaya başladığımızın bir işareti olarak kabul edilmelidir, en azından böyle temenni ediyoruz.
Gerçi biyolojik savaş tehdidinin bu denli gündemde olduğu bir dünyada bu gibi salgınların her an yeniden insanlığı tehdit edebileceği ve hatta nükleer silah kullanımına ilişkin söylemlerin ortalıkta rahatça konuşulduğu bir dünyada insan yaşamının ne denli risk altında olduğunu tartışmanın bile gereksiz olduğunu üzülerek belirtmek isterim.
Bu açıdan, çevremizde yaşanan ve esasen tüm dünyanın güvenliğini tehdit eden Rusya – Ukrayna Savaşının dünü, bugünü ve geleceği konusunda da doğru tahlillerin yapılması önem arz etmektedir.
Türkiye bugüne kadar uyguladığı tarafsızlık politikası ile doğru bir strateji yürütmüş, Ukrayna eliyle sürdürülen vekâlet savaşının topraklarımıza sıçramaması konusunda gerekli özeni ve dikkati ortaya koymuştur. Ancak unutulmamalıdır ki, Ukrayna’yı kullanarak küresel paylaşım planlarını hayata geçirme gayretinde olan ABD ve AB, bu kirli planlarının gerçekleşebilmesi adına Türkiye’yi de “harcama” konusunda en küçük bir tereddüt göstermeyecektir.
Bu kumpastan kurtulmak bir yana, en azından olası riskleri bertaraf edebilmenin tek yolu olarak, öncelikle Atatürk’ün ortaya koyduğu “yurtta barış, dünyada barış” anlayışı temelinde Demokratik Sol Parti olarak önerdiğimiz Bölge Merkezli Dış Politika stratejisinin uygulanması artık bir zorunluluktur.
Bu kapsamda olmak üzere; Suriye ve Afganistan’dan gelen sığınmacıların ülkede barındırılmaya devam edileceğine dair politikalar yanlış ve tehlikeli bir içeriğe sahiptir. Zira Sayın Cumhurbaşkanı tarafından ortaya atılan “ensar ve muhacir kültürü” kavramı sorunun öz tanımına uygun değildir.
Örnekleme yaptığı “çeşitli tarihlerde eski Yugoslavya topraklarından, Bulgaristan’dan, Romanya’dan, Doğu Türkistan’dan, Orta Asya’dan, Bosna’dan, Kosova’dan gelen…” diyerek tanımladığı sığınmacı, mülteci ve göçmenlerin bugünkü Suriyeli ya da Afgan sığınmacılardan farklı özellikle sahip olduğunu bilmediğine ihtimal vermek istemiyorum.
Zira o saydığı ülkelerden gelenler esasen Türk’tü ve anavatanlarına sığınanlardı. Bulundukları ülkelerde “Türk” oldukları için üçüncü sınıf vatandaş muamelesi gören öz be öz Türk kardeşlerimizdi. Suriyeli sığınmacıların bu kategoriye sokulması her şeyden önce bu Türk göçmenleri rencide edecektir.
Evet; Türk milleti misafirperverdir, vicdanlıdır. Ama bu hasletlerin bir haddi – hududu olduğu da unutulmamalıdır.
Ortalıkta tartışılan bir başka anlamsız konu da ülkedeki sığınmacı sayısıdır. Ne fark eder, ister 3 milyon kişi olsun, isterse 8 milyon kişi bunlar bizim yurttaşımız değildir ve her yeni doğan sığınmacı çocuğu TC vatandaşı statüsüne kavuşuyor. Bu çok tehlikeli bir sürecin başlangıcıdır.
Sınırımızın ötesinde, başka bir ülkenin toprakları üzerinde briket evler inşa etme politikası da ayrı bir değerlendirme konusu olmaya muhtaçtır. Bu, kendimizin olmayan arsaya gecekondu yapmaya benzer. Ayrıca “Neden?” diye sorma hakkımız var buna. Yoksa; sığınmacı olarak bizim ülkemize gelen ve yeniden geri dönmeyi kabul edenler için yapılan “briket evler” bu coğrafyada, Suriye toprakları üzerinde planlanan federal bir yapılanmanın ön hazırlığı mıdır?
MHP Genel Başkanı Sayın Bahçeli’nin, sığınmacıların “bugün misafir, gelecekte komşumuz” olacağına dair öngörüleri bunun habercisi midir? Sığınmacılar ülkelerine döndüklerinde neden bizim komşumuz olsunlar, bizim komşumuz toprak bütünlüğünü önemsediğimiz Suriye devleti değil midir?
Özetle söylememiz gerekirse kimseyi bacağından sürüyerek sınır dışına atma gibi bir insanlık dışı önermemiz olamaz ancak; Suriye’deki iç savaştan kaçarak ülkemize sığınan, ne gibi misyonları olduğunu bilemediklerimiz dahil tüm sığınmacıların kendi ana vatanlarına güvenli bir şekilde gönderilebilmesi için Suriye Devleti ile görüşmeler derhal başlatılmalı, komşu ülkelerin yöneticilerine yönelik tahrik edici ifadeler kullanmaktan özenle kaçınılmalıdır.
Ben bu milletin aslî bir ferdi olarak söylemek isterim ki ülkemizin demografik yapısını tehlikeli bir şekilde değiştirme riski taşıyan bu politika, “ensar” kavramına sığdırılamayacak kadar hassas özellikler ihtiva etmektedir.
Tabii ki böyle bir duruşu sergileyebilmek, bütün bunları gerçekleştirmek ve sürekli kılabilmenin temel koşulu da öncelikle ekonomik olarak güçlü bir devlet olabilmekten geçiyor.
Bunun ön şartı da tarımda, hayvancılıkta ve beraberinde enerjide güçlü ve güvenli bir ülke olabilmeyi zorunlu kılıyor. Bizim bunlara kafa yormamız, mesaimizi bu sorunların çözümüne ayırmamız gerekir.
Bir taraftan enflasyonda önlenemeyen yükselişi, diğer taraftan işsizlikte önlenemeyen artışı yaşarken elâlemin topraklarına onların vatandaşları için ev yapma fikri hangi aklı evvel danışmanın önerisidir hakikaten merak ediyoruz.
Değerli basın mensupları,
Piyasalar deyimi yerindeyse bir yangın yerini andırıyor.
Yanlış anlaşılmasın; burada “piyasalar” derken borsa ve döviz piyasalarını, menkul kıymetler üzerinde yapılan manipülâtif oyunlardan para kazananları değil, 4.253 lira ile geçinmeye çalışan, açlık sınırının altında bir gelirle ayakta kalma savaşımındaki insanlarımızın çarşı – pazar piyasalarından söz ediyorum.
Bugün ülkemizde yaşam zordur. Bu gerçeğin ülkeyi yönetenlerce de itiraf edildiğini, kabul edildiğini hepimiz görüyoruz. Ama işin ilginç tarafı şudur ki, hükümet ısrarla rant sistemini besleyen uygulamaları gündeme getirerek var olan sıkıntıları aşabileceğine inandırılmış görünüyor.
Bu doğru bir politika değil! Tarımsal üretimi ve çiftçiyi güçlendirmeden, tarımsal kalkınmayı sağlamadan düzlüğe çıkabilme imkânı yoktur.
Evet; inşaat sektörü, bünyesinde onlarca başka sektörün hayat bulmasına ortam yaratıyor fakat yapılacak konutları alabilmek için bugünkü asgari ücret rakamı yeterli değil ki!
O zaman bu “müjdelenen paket” kimlerin işine gelecek? Bundan yararlanacak kesimlerin zaten bir geçim sıkıntısı yok, varlıklarına varlık katmaktan başka kaygıları da olamaz.
Hayatında ilk defa ve bir tane ev sahibi olma taahhüdünde bulunan bir dar gelirlinin 2 milyon lira rakamını değil taksitle ödemek, hayal etmesi bile gerçekçi bir beklenti değildir
Bugün daha açıklama yapılır yapılmaz konut fiyatları % 127 artışla karşı karşıya kaldı. 120 ay taksitle 1 milyon lira kredi için kullanacak bir taliplinin aylık ödeyeceği ödeme tutarı 14.278 liradır. Hangi dar gelirli bu taksiti ödeyebilir?
İnsanların aklıyla alay etmeye kimsenin hakkı yoktur!
Hep söylüyoruz, ısrarla söylemeye de devam edeceğiz.
Bir ülkede ekonomi “paketlerle”, devlet “torba kanunlarla” yönetilemez!
5 yıllık kalkınma planlarıyla ve hükümet programları ile sağlıklı işleyiş ivedilikle hayata geçirilmelidir.
Peki; kim ya da kimler bu önerileri ortaya sürmektedir? Dövizdeki önlenemez yükselişe gözlerindeki ışıltıyla engel olmaya çalışan “Kur garantili mevduat hesabı mucidi” Sayın Maliye ve Hazine Bakanı bugün gözlerinin feri sönmüş halde yarattığı manzarayı çaresizce izliyor.
Çarşı – pazardaki pahalılığın sebepleri arasında açgözlü piyasa cambazları elbette yer alıyor fakat maliyetlerin artışındaki asıl faktörlerin, tohumun, gübrenin, motorinin ve son aşamada nakliyenin bütün bunlara bir zemin yarattığını nasıl görmezden geliriz?
Bugün resmî TÜİK verileri kapsamında bile tüketici enflasyonu % 70, üretici enflasyonu % 155, asıl vatandaşın hissettiği enflasyonun % 250 olduğu bir ekonomi manzarası karşısında çözüm önerisi olarak ortaya konulan bu önlemler, zaman zaman örnek aldığınız ve siyasetinizin duayeni olarak gördüğünüz rahmetli ERBAKAN hocanın tabiriyle pansuman tedbir olmaktan öte bir anlam ifade etmeyecektir.
Çalışanların ve emeklilerin, Temmuz ayında maaşlara yapılacak olan enflasyon farkı ve ek zam çalışmalarına ilişkin olarak “biraz daha” iyileştirme kriterini kullanan Sayın Cumhurbaşkanından, bu sıkıntıların tamamen kaldırılacağı konusunda müjde beklediğini hatırlatmak isterim.
Değerli basın mensupları, saygıdeğer arkadaşlarım
Biraz önce de değindiğim üzere küresel emperyalist sistem dünyanın müesses düzeninin değiştirilmesi konusunda kendi arasında anlaşmış görünüyor. Ama biz şunu bilir, şunu söyleriz; kötülüklerin anası vahşi kapitalizmdir, geri bıraktırılmış ya da gelişmekte olan ülkelerdeki işbirlikçileri de bu kötülüğün ortaklarıdır.
Yine biz biliyoruz ki; küresel emperyalist sistemin bir numaralı temsilcisi Amerika Birleşik Devletleri’dir. Zira ulusal kurtuluş savaşı sonrasında büyük bir badireden çıkmış olan Türk milletini üretimden uzaklaştırarak kendi yörüngesine alan Amerika, gelinen noktada artık dünya üzerindeki tam hakimiyetini oluşturmak uğruna terör dahil her türlü yöntemi hayata geçirme konusunda kesin kararlı görünmektedir.
Maalesef kendi içimizde de bu siyasete paralel duruş sergileyen mekanizmalar ve partiler mevcuttur. Ama bilinmelidir ki tarihin hiçbir döneminde Amerika ile işbirliği yaparak bağımsızlığını koruyan, ekonomik olarak gelişen ve güçlenen tek bir devlet yoktur!
Bu durumda bir gerçek daha vardır ki; Amerika’nın methettiği hiç bir siyasi senaryo Türkiye’nin özgür ve güvenli geleceğine hizmet edemez! Bunu herkesin, özellikle de demokratik, lâik, sosyal hukuk devleti ilkelerini özümsemiş olduğunu iddia eden, tam bağımsız Türkiye idealini içselleştirdiklerini iddia edenlerin iyi anlaması gerekir.
Onun için, 103 yıl önce Samsun’da yakılan kurtuluş ateşi, aynı inanç ve kararlılıkla bugün de dimdik ayakta tutulmalıdır. Türk milleti buna muktedirdir!” sözlerine yer verdi.
Hibya Haber Ajansı